"mümkün öykülerin en iyisi" ve Çelişkilenmek
"mümkün öykülerin en iyisi" ve Çelişkilenmek
Aykut Ertuğrul'un iki parçadan oluşan öykü kitabını okumaya başlamadan önce ne ile karşılaşmak istediğimi şöyle bir zihnimden geçirdim. Bütün yaşanmışlıklarını, hassasiyetlerini ve öykü tekniklerinin imkanlarını. Sahip olduğu hassasiyetleri satır aralarından çıkarmak istedim. Var olan bir insanın var olan yaşamını var ettiği bir şeyin içinde gözlemlemek arzusu. Her kitapta bunu arzulamaz insan. Orhan Pamuk okurken arzularım mesela. İstanbul dışında bir şehri anlatan kitaplarda da bu arzu canlanır.
Bütün bunlara sırtımı dayayarak okumaya başladım öyküleri. İlk öykü Kuyudakiler. Kuyu denince akla gelen kıssalar vardır. Susturdum onları. Başka bir şeyler bekledim. Birbirine bağlanan bir öykü, güzel bir dil. Merak ediyor insan, sonra dilin akıcılığına da kanıyor. Öykü bitince kuyu kelimesinin çağrışımları tekrar zihnime üşüşüyor. Öyküde geçen Kabil, Davut ve Yusuf. Ters köşe bir şeyler bekliyor insan. Çünkü böylesine aşina olan şeyleri kullanmak riskli geliyor bana. Ya alt üst etmek gerekir ya da kullanmamak. Dil ve teknik hoş olsa da isim seçimleri çağrışımı öyküyü bir yerinden kırıyor. Belki öyküyü yoruyor.
Güneş Yaralarımızı Yakıyor öyküsünün ismi çok cezbedici. Dilin ahengi burada da yakalıyor insanı. Teknik yaratıcı diyorsunuz. Her bir ölüm anı, bambaşka bir öykünün kapısını aralayıp kapatıyor. En son cümle "Hasan, Hüseyin, Dilan! Ya bize birbirimizi vurdurtan hangi kahpe an idi?" bu. Bu cümleyle yazar ya yazdığı şeyi açığa kavuşturmak istemiş ya da kendi hislerine yenik düşmüş diyorsunuz. Öykünün tamamında açık edilmemiş aralanmış bir şey, şak diye son cümlede önünüze konuluyor.
Bu öyküyle yazar mesafesi ortadan kalkıyor. Dünya görüşü, hassasiyetleri, geçmişi ve belki geleceği apaçık önümüze seriliyor. İsteklerim satır aralarından toplamakken, bir anda yazarın kendini aşikar etmesine, belki savunmasına dönüşüyor. Yazar sanki tarafını belli ediyor.
Nefes Kontrolü adlı öyküsü bir küçürek öykü. Bir askerin dini hassasiyetler sebebi ile işine son verilmesi anlatılıyor. Bildiğimiz tanıdık bir konu. Çocukluğumu işkal eden korkulardan. 28 Şubat, artık eskisi gibi hissedememe. Ama böylesi bir konuyu bu kadar basit bir yolla anlatmasını beklemezdim. Sanki birisinin anısını aktarır gibi, yazar o dönemlerde bu sıkıntıları çekmemiş gibi. Konu ona uzak gibi. Bu öyküyü yine küçürek öyküler izliyor. Yaşasın Ritim öyküsü ise Mavi Marmara ile ilişkili. Aşikar bir konu. Fakat yazar üzerinden geçmiş. Derine inmemiş. Öylece kalmış. Şişlerin Ucunda Zaman ve Kağıt öyküleri bir annenin oğlunu kaybetmesi üzerine kurgulanmış. Şehitlik ve terör mevzusu yazarı oldukça meşgul etmiş kitap boyunca. Kağıt öyküsünde her şeyin buruşması fikri öyle güzel ki. Lakin yine son anda verilen bitiş cümlesi ile kurgu zarara uğramış. Öykü içine yedirilmeyen şeyler, öykü sonuna sıkıştırılmış gibi. Belki öyle kurgulanmamış fakat öyle görünüyor.
Suskunlar öyküsü, benim için şaşkınlık öyküsü oldu. Haksızlık yapan kadınların tipi ve haksızlığa uğrayan kadının tipi. Öyküye not almışım: Yazar tepkili, tepkisi neden bu kadar belli.
Küçürek öykülerden sonra ikinci bölüme geçiyoruz. İntihaller, İhtimaller ve Başka Acayip Şeyler.
Bu bölümün ilk öyküsü Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Burada yazarın tepkisi sanki bıçak gibi kesilmiş. Satır aralarında okunan yaşam izleri, düşünceler var. Bir 500 T öyküsü. "...Grup Genç, üniversite, burs, Gülce...ateşten/kalleşten/mızrakla gürzden/dabbet-ül arzdab/deccalden/ yedi düvelden/korku nedir bilmeyen ben/ tir tir titriyorum Gülce'den...sloganlar, vakıflar, Abdullah Azzam, darülharp, Ali Şeriati, Seyyid Kutub, tembellik, Milli gazete, Cuma eylemleri, Ayasofya ibadete açılsın, açılsın ulan!" Bu cümleler ile işte aradığımı buldum diyorum. Yazar belli etmek ya da gizlemek kaygısı duymadan yazmış. Yazar Gülce'yi hatırlatmış, yazar bir ruhu üflemiş, yazar bir düşünceyi estirmiş. Ses ve koku ve diğer her şey izaha ihtiyaç duymadan aşikar olmuş.
İkinci bölümdeki uzun öykülerin hepsinde hoşa giden bir yan bulmak mümkün. Öyküyü kurmak için bir sürü malzeme kullanılmış. Metinlerarasılık, görseller. Okumayı keyifli kılıyor. Kırmızı Pazartesi, Erzurum Üçlemesi, Borges ve Ben, ikinci bölümün güzel öykülerinden. Bir öykünün inşa edilişini öğretiyor insana. Ufuk açıyor, fikir veriyor.
Aykut Ertuğrul, bu kitapla birlikte bende büyük bir çelişkilenmeye sebep oldu. Harika gözlemler, akıp giden bir dil. Bir üslubu olduğu ilk anda belli ediyor kendini. Ama yine de yazar bir ağlama duvarına çeviriveriyor öykülerini. Mesafeli duramıyor ya da durmak istemiyor. Ana akım haber bülteni gibi bir dram kokusu geliyor bazı öykülerde. Oysa istediği zaman bu konuları bambaşka işleyeceğini de gösteriyor başka başka öykülerinde.
Yorumlar
Yorum Gönder
Sen nasıl yorum yapmak istiyorsan:
Seçeneklerden anonim olmayı seçebilir ya da sadece adını yazabilirsin. İstediğin sosyal medya profili ile giriş de yapabilirsin.