ŞEHRİN ORTASINDA BOSTAN YETİŞTİRMEK

 ŞEHRİN ORTASINDA BOSTAN YETİŞTİRMEK



Bir avuç turuncu acur tohumunu görünce çok mutlu olmuştum. Acurun çekirdeği turuncu değil tamam ama turuncuya boyanmış hâli beni çok etkilemişti. Yumuşak bir toprağın orasına burasına sokuşturunca kendiliğinden oluverişi de mucizeye dâhil tabii. Bostan ekişimizin üçüncü yılını kasım ayı ile tamamladık ve bir avuç topraktan öğrendiğim onca şeyin yanında bir avuç turuncuya boyanmış acur tohumu en aklımda kalan görüntü olmayı başardı.

Dört yıl önce pandemi sırasında Konya'ya dönünce Meram gözümüze çok başka görünmüştü. İlk evimiz arkası meyve bahçesi olan bir evdi. Geleneksel Türk mimarisi ile yapılmış bu evin bahçesinde elli yıllık iki tane çam ağacı vardı. Bahçenin ön tarafı da arkadaki kadar yeşillikti ama ille de bu iki çam ağacı. Geniş balkonda otururken Cemal'le saatlerce bu iki çam ağacına bakardık. Baktığımızın çoğu zaman farkına varmadan. Esenturt gibi, betondan başka bir şeye rastlayamacağınız bir semtten Meram'a atınca kendinizi, iki çam ağacını seyrederken bulmak şaşırtıcı da gelmemeli aslında.

O evde bahçe ekmedik hiç ama meyve ağaçlarından nasibimize düşeni aldık. O yıl ev sahibimiz ölünce bir sokak ötedeki başka bir eve taşındık. Arkasında yine bahçesi olan bir başka ev. Önünden otobüs, minibüs geçen bu evlerin bahçesinden girdiğiniz andan itibaren şehir dışarıda kalıyordu. Şehrin ortasında ama şehirden uzakta. Bu ikinci evde Cemal bostan ekeceğim diye tutturunca seyretmek ve dallardan meyve tırtıklamaktan küçük bir bostana geçiş yapmış olduk. Halil amca çok iyi bir komşuydu ve yıllardır bostan ekiyordu. Sınırlı bostan bilgimizle hem alay etti hem de yardım ederek bildiği her şeyi anlattı, anlattığını biz yapamayınca da gösterdi. 

Hıdırıllez geçmeden toprağa bir şey ekilmeyeceğini ilk o yıl öğrendim. Havalar yağışlı giderse mayıs sonuna kadar beklenebileceğini de. Toprağın bir vakti vardı. Modern zamanda her şey insana uyarken işte küçücük bir bostanda, sen bostana uyumlanıyordun.

Fideleri almak için ise çeşitli yerler var. En ucuzu Kadınlar Pazarı olsa da bostan ekme zamanlarında, Meram'ın kak aralarında fideciler sergi açıyordu. Bir bostanda ne istersen bu sergilerde bulabiliyordun. Bu sergileri gezerken fidelerin yapraklarından hangi sebzeye ait olduklarını öğrendim. Biberle salatalık zaten belli ediyor kendini ama salatalık, acur ve kabak biraz zorluyor insanı. Çok basit şeyler. Üstelik Cemal de ben de köy nedir, köylülük nedir biliyoruz. Bir ayağımız hâlâ köylü. Ama insan görmedikçe köreliyor. Şuncacık basit bilgiler bile aktarılacak bir alan bulamayınca unutuluyor.

Yine o yıl salatalığın dal attığı için geniş bir alana ekilmesi gerektiğini de öğredim. Domatesin alt yApraklarını budamak gerektiğini, her sebzenin aynı anda sulanmamasını da.

Sulama en zoruydu, ilk yıl damlama kuracak kadar büyük değildi alanımız ve damlama kurmak ciddi bir şeydi. O yüzden karık açtık. Karık açmak da sanıldığı gibi basit değilmiş. Halil amca bize gösterirken biz beceremeyince bostandaki bütün karıkları o açmıştı.

Bostanın ilk yılında biberlerimiz hiç dökmedi ama bacak boyumuzu geçti. Pazara gitmek zorunda kalmadık ve gelen herkese bahçeden salatalık tuzlayıp ikram ettik. Çapası, sulaması derken o yaz uzun bir aradan sonra toprak ile uğraşıp kedimizi mutlu ettik.

Baharla birlikte topraktan fışkıran otları toplayıp salatada kullandık. Çocukluğumda yediğim dedesakalı ve yemliği, çıtlağı, yabani marulu yeniden aramak, bulunca unutmadığını anlamak da garip hissettirdi.

O yaz meyvelerin çiçeğe durmasını, çiçekleri dökünce beliren yeşil meyvelerin bir gecede büyümesini, bir hafta sonra olgunlaşıp on beş gün sonra da toplanmaya hazır hale gelmesini görünce zama algım tamamen değişti. Bir ağacın meyvesi bitince diğeri başlıyordu ve bu döngü kış gelinceye kadar devam ediyordu. Balkondan uzanarak yediğim bademi, o yıl o kadar övdüm ki ertesi yıl nazar değmiş olacağım don vurdu.

İkinci yıl da saksıda bostan kurmaya çalıştık çünkü Cemal deneyip yanılmayı sever. Yanıldık ve saksıda beceremedik. 

Bu yıl ise belki de çocuklukta ilk bostan ekmeyi deneyimlediğimiz mahalleye taşındık. Cemal de ben de bu mahallede büyümüşüz. Üç katlı evlerin önündeki bahçelerde annelerimiz bostan ekmişler. Yıllar sonra aynı mahallede biz bostan ekmeye başladık. Damlama sistemi kurduk ve ilk bostan ektiğimiz alandan daha geniş bir alandı bu yeni bostan. 

Belediyenin dağıttığı ata tohumları annem filizlendirdi. Bahçeyi temizledik, belledik, toprağı dinlendirip karık açtık. Fideleri ektikten sonra her gün kaç tanesi öldü kaç tanesi yaşıyor diye gözlemledik. Sanırım ektiğimiz onca fideden sadece üçü tutmadı. Çapa yaparken birkaç tanesini Cemal öldürse de kırılan dallar toprağa saplanınca yeniden canlandı. Bunun Allah vergisi bir yetenek olduğuna inanıyorum. Herkesin elinden tutmaz derler, bu sözü bilimsel bir dayanağım olmasa da sahiplendim. Çünkü benim ektiğim tohumlar değil Cemal'in ektiği tohumlar çıktı, boy attı, sebze verdi.


Görece küçük ama bize ve çevremize yetecek kadar sebze çıktı bostandan. Ektiğimiz her şeyi yemek nasip oldu. Domateslerin etrafında dolanırken domates kokusu almak, domatesin domates kokması, salatalığın ve kabağın bir gecede büyümesi, sulayınca ertesi gün biberlerin dökmesi. 


Bostan küçücük bir bahçenin içinde ve bahçenin bittiği yerde büyük bir cadde var. Evde caddenin sesi duyulsa da bahçede bu sesleri duymuyor insan. Kediler, kuşlar ve yeşillik. O kadar dar bir alanda oluşan yaşam, insana köklenebileceği hissi veriyor. Uzun zamandan beri sanki köklerimi elime almışım da sallanıyoruşum gibi geliyordu. Bu yıl bostan sayesinde köklerimi ufacık bir toprağa, çocukken bostan ektiğimiz bahçenin toprağına saldım. Bir avuç bir toprak bulduğum her yerde köklerimi salabilirim dedim. Bu his bir yaşamı çağırıyor, nefes alabiliyor köklerimiz.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

BİRTAKIM FEMİNİST DİZİLER

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Çıkla Yemek, Sulumlamak, Suyaçan, Erişte, Tirit ve Yeni Taşra