TRİLYE: ALTERNATİF BALAYI




Aklı başında olmayan yaşlarımızdayız galiba. Düğünün ertesi günü hop İstanbul sonra içi bom boş bir ev. Evi düzeriz düzmesine ama tadını çıkararak yapmaya ant içmiş gibi yavaşız. Hesap kitap yapıyoruz sürekli. Sonra her eşyayı kutsuyoruz. İlk bir ay yorganımızı yatak gibi kullandık. Sonra bir yatak aldık. O yatağa bizden çok kediler sevindi. Ama kutsadık işte o yatağı. Değer verdik ona. Bizim yaptık onu. Yeni kokmadı hiç bir şey. Tanrım ne güzel kıymet bildirmen.

Haliyle balayı da gecikti. Balayı dediğime bakmayın dostlar evlilik sonrası ilk gezi olduğu için balayı dedik adına. Yoksa bir yer görmekten farksız değildi bizim için. Kafaya koyduk ucuz olacaktı. Lüks olmayacaktı. Zaten şimdiye kadar hiç pahalı, lüks bir şeyimiz de olmamıştı. Deniz otobüsü bizim için en güzeliydi. Düşünün yirmi küsur yıl deniz görmeden yaşamış iki insan için deniz üstünde yolculuk yapmanın keyfini. Üstelik kara yoluna göre çok ucuz. 

Ben Bursa diye tutturdum. Aldık Mudanya biletlerini. Çadır dışında kamp için malzememiz yok sanırım uzun zaman da olmayacak. O zaman valize koy örtüyü, yastığı. Sonra bir tava lazım çünkü sabah yumurta kırmak en kolayı. Diğer öğünler de barbunya yeriz. Bir çaydanlık lazım. Cemal hemen evden çaydanlık koymaya kalkıyor. Yok diyorum. Çünkü yepyeni çaydanlığı çalı çırpının ateşiyle is edecek biliyorum. O zaman ne yapmalı. Bit pazarından aldığımız moka potun altını veriyorum. Hem daha küçük hem daha dayanıklı. İşte hazırız yola çıkabiliriz. 

Atlıyoruz Büyükçekmece dolmuşuna, on dakika sonra İdo İskelesindeyiz. Daha zamanımız var, o zaman çay - simit yapmalı. Zaman gelince biniyoruz deniz otobüsüne. Hareket edince bir de burada çay içiyoruz. Gönül denize karşı sigara tüttürmek istiyor ama yasak. Hevesimizi inişe saklıyoruz.

Mudanya'ya hoş geldiniz! Küçük ama gelişmiş geliyor gözümüze. Bu biraz üzüyor bizi. Gelişmişlik o yerin ruhunu zamanla emip yok edecek gibi geliyor. Peki şimdi nereye gideceğiz? Bir yer bulmalıyız. Çadırı kuracak bir yer. Kamp alanı yok, sahil ağaçlık değil. Ufacık bir kumsal var orası da hem pis hem de Suriyelilerin işgalinde. Zaman daralıyor, saat üçü geçmiş. Acilinden bir yer bulmalıyız. Hadi diyoruz pes etmek yok Trilye'ye gidelim. Yokuş yukarı tırmanıyoruz. Yol bizi oraya götürüyor. Acınacak kadar yorgunuz galiba bir dolmuş duruyor, alıyor bizi yokuşun sonuna bırakıyor. Çünkü nereye gideceğimizden hala emin değiliz. O yokuşun sonunda Mudanya'yı tepeden gören bir kafeye oturuyoruz. Kafe dediğime bakmayın bir çay bahçesi burası. Çay içerek Mudanya'yı izliyoruz. Birer sigara yakıyoruz. Sonra bisikletli iki çocuğa soruyoruz "Trilye ne tarafta?"diye. Onlar bize yokuşun aşağısını gösteriyor. Olsun diyoruz eğer bu yokuşu çıkmış olmasak burada oturamazdık. Elimizde valizle iniyoruz yokuşu sonra Trilye dolmuşuna biniyoruz.
bahsi geçen çay bahçesi

Trilye'ye iner inmez sahilde çadır kurmuş insanları görüyoruz. Şimdi oldu artık yatacak bir yerimiz var. Çadırların yanına bir çadır daha ekliyoruz. Başlıyor tatilimiz. Üç gece denizin dalgasını dinliyoruz. Işık yok ama ateşimiz var. Genciz.



Sabah uyanıp bulduğumuz çer çöpü yakıyoruz, üstünde isli yumurta kızartıyoruz. Sonra çay için Babacan'a yollanıyoruz. Çay bir lira. Sınırsız çay içip telefonu şarj ederken etraftaki insanları izliyoruz. Gazete okuyan yaşlılar, politika yapan esnaf ve turistler. Hepsi bizim çemberimize girip çıkıyor. Biz hepsine, hoş geldiniz, der gibiyiz.

Babacan Çay Evi


Çay ihtiyacımızı giderip Trilye'yi dağ bayır geziyoruz. Dalından incir koparıp yiyoruz. Ömrümüzde ilk kez zeytinlik görüyoruz. Bir masal diyarına geçiş bulup el ele geçmişiz gibi. Gezerken köylülerin odunlarından alıyorum yanıma. Cemal istemiyor, özel mülk diyor. Ben mülk Allah'ın diyorum. Sanki onlar odunu ormandan toplamadı mı? Birisi görse ne derim bilmiyorum. Akşam o ateşte oturacağız o bizi ısıtacak ve ışıtacak. Ben sadece bunu düşünüyorum.

                                                           

Dönüşte fırına uğruyoruz. Fırın kapalı. Ben ısrarla kapısında bekliyorum. Bir amca geliyor. Fırının camını açıp ekmek uzatıyor bana. Para uzatınca kızıyor, çantamı çekiştirip ekmeği içine koyuyor. Tamam diyorum, ben artık bu masalın prensesiyim.


Son gün gözlerimizi açıyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramı. Pek kutlanmıyor artık diye düşünüyoruz. Yine Trilye sokaklarında aylak aylak dolanırken bir marş sesi duyuyoruz. Cemal'le koşuyoruz sokaklarda marş sesinin geldiği yöne doğru. Bir bakıyoruz, bando takımı. Gözlerimiz ilk kez bando görmenin coşkusuyla doluyor. Çocuklar gibi şen oluyoruz. Marşlara eşlik ederken, ülkenin sokakları temizleniyor gibi geliyor.



Bir balayında yapılmaması gerekenlerin hepsini yapıyoruz. Biz aile oluyoruz tanrım. Bu yazdıklarım bir dua. Sen Trilye'yi ve bizi koru. Gördüğümüz güzellikleri bize tekrar yaşat.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E