Ahh Virginia! Bir Yazarın Günlüğü

Virginia Woolf ile tanışmam "Saatler" (The Hours) filmini izlemem ile olmuştu. Bu tanışma bende yoğun bir akıl karışıklığı bırakmıştı. Sonra üniversitenin kütüphanesinde vakit geçirirken "Kendine Ait Bir Oda" kitabı dikkatimi çekmişti. Orada okumaya başlamıştım. Beni içine çekmişti bu kitap. Virgina sanki bu kitabı yazarken ayakta benimle birlikte dolaşıyordu. Penceren dışarıyı seyrediyor, kırlarda yürüyüşe çıkıyordu. Kitabı aldım, götürdüm eve. Allah affetsin, kütüphanenin kitabı olduğu halde altını çizmiştim satırların. Heyecana kapılmıştım ve durdurmak istemedim kendimi. İlk gönül bağımız böyle başladı.

Geçenlerde Virginia'nın günlüklerini okumaya başlayınca tekrar o bağı hatırladım. Kapağı, sayfaları okşadım, bir heyecan tuttu beni okumaya başlamadan önce. Okumaya başlamadıktan sonrada yine aynı şeyler olmaya başladı. Virginia ile beraber yaşıyorduk. O benim hayatımda değildi ama ben onun hayatına burnumu sokuyordum. O bundan habersizdi ama ben onun hayatını dikizliyordum.

"Bir Yazarın Günlüğü" Virginia'nın 1918 yılının 4 Ağustos'undan 1941 yılının 8 Mart'ına kadar tutmuş olduğu günlüklerden oluşuyor. Yani Virginia'nın tam yirmi üç yılına bu günlüklerle tanık oluyorsunuz.  Zaten Virginia bu günlükler okunsun diye yazmış diyor insan bazı yerlerde. Günlükleri yazarken okuyanları da yanına almaktan çekinmiyor. Mesela 1934 yılının 14 Kasım'ında şöyle yazmış: "Başka Virginia'lara , başka kitaplar için öğüt verme amacıyla bir not, işte işler böyle yürüyor: Batıp çıkarak batıp çıkarak." Ve bazen bu hatıralar konusunda umutsuzluğa kapılıyor: "Bütün bu karalamaları kim okuyacak diye düşünüyorum bazen? Belki günün birinde küçücük bir topak damıtabilirim- hatıralarımdan."
Bütün bunların ışığında Virginia ile birlikte yürümeye başlıyor insan.

Günlükler günü güne tutulmamış. Bazen aylarca tek bir yazı yazmadığını görüyoruz. Bazen de bütün o keşmekeşten kaçış olarak günlüğüne sığınıyor. Bazen onu aksattığı için özür diliyor, utanç duyuyor.

Peki bu günlüklerde ne var? Bu günlükler Virginia'nın hayatından çok yazmaya olan takıntısını önümüze seriyor. Yirmi üç yıl boyunca ortaya çıkardığı her yazına nasıl yaklaştığını görüyoruz. Günlüğünde bir çok kez yazmayı, eser ortaya koymayı doğum sancısına benzetiyor. Bir fikir aklına hücum ettiği zaman iki ayrı hayat yaşıyor. Bir gerçek olan hayat bir romandaki hayat. Ve, İki dünyayı nasıl uyum içine sokacağım, diye bocalıyor Virginia. Ve sanırım bu uyumu asla sağlayamıyor.

Fikir aklında olgunlaşıyor. Yazmaya başlıyor. Bir eseri insan kaç kere yazabilir? O onlarca kez yazıyor. Temize çekerken tekrar yazıyor. Virginia yazdığı şeyi yaşıyor. Mükemmeli arıyor. Bir türlü bitti diyemiyor. Bitti dedikten sonrada eser hakkında yapılan eleştiriler başlıyor. Virgina bütün bunlarla boğuşuyor ve bu yüzden sürekli olarak bir umutsuzluğa kapılıyor. Erkeklerin sırf kadın olduğu için yaptığı o acımasız eleştirilere göğüs geriyor. Kadınlar için çabalıyor, düşünüyor ve yazıyor. Üstelik bir de maddi olarak sürekli kaygı duyuyor. Erkeklerin o acımasız dünyasında var olmaya çalışan Virginia'yı gördükçe dünya üzerinde her şey her vakit aynıymış diyor insan.

Günlüklere ilk başladığımda her an Virginia'nın kendini öldüreceği zamanı bekliyor insan. Bir karamsarlık var çünkü. Acaba kendine ne zaman kıyacak diyorsunuz. Ama kıymıyor kendine. takıntılı bir şekilde yazmaya devam ediyor. Ünlü olup olmadığını sorguluyor ilk başlarda. Zaman geçtikçe ünlü oluyor ve bu ünü elinde tutup tutamayacağını düşünüyor. Yaşlandığını hissettiğinde siz de yaşlılığı hissediyorsunuz. Sonra ölümler başlıyor. Yaşlandığı zamanlarda arkadaşlarının dostlarının ölümlerini öğreniyorsunuz. Virginia onların arkasında şöyle diyor: "Ben yola devam ediyorum; onlar yok oluyor. Neden?"

Bütün bu ölümlerden sonra bir de savaş çıkıyor. Virginia'nın İngilteresi yerle bir oluyor. O yazıyor, okuyor. Son yıllardaki o yaşlılığı ve yorgunluğu daha net hissediyorsunuz. 1938 yılında "Ah, özel hayatımın gizliliğine çekilmek, tek başıma, suyun altında olmak." diye yazıyor. Bu satırın altını çiziyorum ve bir yıldız atıyorum. Ceplerine taş koyup nehire kendini bıraktığı o sahne gözümün önüne geliyor. Saatler filminin o sahnesi ve günlüğün bu satırı birleşiyor içimde bir yerlerde. Belki ölümünü bu satırlarda tasarladı diyorum.

Günlüklerde yazarın bunalımına, hastalıklarına tanık olduğumuz kadar edebiyata da tanık oluyoruz. Zaman zaman çağdaşları hakkında yazıyor, Virginia. Sonra Dostoyevski ile Turgenev'i karşılaştırıyor. Yunan edebiyatına giriyor. Sonra Shakespeare hakkında uzun uzun düşünüyor. Kendi yazdığı eserlerin taslaklarını bu günlüklere yazıyor. Yayımlanan eserine gelen tepkileri "ısı çizelgesi" adı altında topluyor. Kurmaca dilinden ve olgu dilinden bahsediyor. Bir anda edebiyatın tam ortasında buluyor insan kendisini.

En güzeli de okuduğunuz diğer eserlerinin nasıl oluştuğunu görmeniz haz veriyor. "Mrs. Dalloway" kitabının ilk ismi "The Hours" olarak geçiyor. Daha sonra Mrs. Dalloway oluyor. Bir bakıyorsunuz ki saatler filminin ismi bu ayrıntıdan geliyor. Yıllar önce izlediğim bu filmi yeniden izliyorum. Ama filmdeki Virginia ile benim Virginiam farklı, anlıyorum. Ah Virginia diyorum, ah!




Not: Benim kitabın çevirmeni Oya Dalgıç'tı. Bir dilci hassasiyetiyle olaya yaklaşıyor olabilirim ama çevirmede bazı kelimeler çok zorlamaydı. Birçok kelimenin karşılığına bakmak zorunda kaldım. Çevirmen kullanılmayan, ölü diyebileceğimiz kelimeleri kitabı çevirirken kullanmış. Bu beni biraz rahatsız etti.

Bu sebeple buraya "Çevirmeni Anlama Kılavuzu" eklemek zorunda hissettim kendimi.

kösnül: şehvet, erotik
istim: buhar
yüzergezer: karada ve denizde kullanabilen araç
duyarga: anten
çalçene: geveze
erinç: dirlik
esrik: sarhoş
anıştırma: ima etmek


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E