Belki Bir Gün Yorgun ama Alışmamış Oluruz
Belki Bir Gün Yorgun ama Alışmamış Oluruz
Metrobüse gitmeye çalışırken durakta aklıma üşüşen ve
gitmeyen ve gideceğe de benzemeyen bir yığın düşünce bana dedi ki yaz. Hayat, insana Tanrı'dan gelen vahiyler sunmuyor. Oysa bir kadın peygamber olabilseydi ne güzel olurdu, diye de düşünmüştür
kadınlar. Bir kadın başkan da olurdu hadi peygamberi geçtim. Ama bunlar
birazcık zor meseleler.
Artık bilmelisiniz ki biz metrobüsün son durağına yakın
olan bir yerde oturuyoruz. Esenyurt - Kıraç. Ne Esenyurt'un içinde ne Beylikdüzü'nün
ne de Büyükçekmece'nin. Hepsine yakın ve hepsine uzak bir konumda. Aslında
uzaktan bakınca bir Türkiye mozaiği gibi. Romanlar, Kürt'le Türk, Aleviler, Sünniler karışık karışık yaşıyorlar. Mahallede
hepsinin ayrı kahvesi var. Kahvelerin ismi de mensup oldukları grupları yaşatma
derneği şeklinde bir tamlamaya sahip. Ve her kahvenin camında o grupların
memleketlerine ait ilçelerin isimleri yazılı. Otobüs bileti de satıyorlar.
Kimse kimseye karışmıyor. Kimse kimseyi dışlamıyor. Oryantalist davranırsak ki
ilk başta biz de bunu yaptık. Ahh ne güzel bir mozaik, diyorsunuz. Ama ülke mozaiği
böyle olmaz demeye başladım. Burası ülkenin vasat altı olan bir yer. Maddi
durumu ancak bu kadarına el vermiş ailelerin kendini attığı bir mahalle. Koruma, temizlik adına hiç bir şey yok. Elektriklerini kendi çekiyor herkes. Sonra
sürekli elektrik arızası oluyor. İnsanlar bu duruma o kadar alışmış ki her evde
ve dükkânda jeneratör var. Biz, Konya'da arar şikâyet ederdik, dilekçe verirdik
bir daha olmazdı. Ben kanaat getirdim ki kimse elektrik arızasını şikâyet
ermiyor. Muhtemelen alışmışlar. Benimsemişler.
Aslında sorun da tam burada
başlıyor. Alışmak. Bu tehlikeli kelimeden mümkün oldukça uzak durmalıyken bu
mahalle her an bu kelimeye tutunuyor. Ters giden her şeye alışıyor. Devletin
sosyal olmayan politikalarına öylesine alışmışlar ki ben şaşkın şaşkın bakıyorum
bazen.
Dört ay boyunca Kadıköy'deki
okuluma gittim geldim. Saat 9'da başlayacak olan ders için beş buçukta
uyanıyordum. Saat altıda metrobüse giden dolmuşu bekliyordum. Bazen 4 adet
dolmuş dolu geçiyordu. Bakın dolu demek, gerçekten kapı açıksa patır patır insan
düşecek şekilde dolu demek. Bazen ben de kapı içinde bir yere tutunuyordum.
Bazen koşturuyordum. Çünkü ders 9'da ve hoca bir dakika
geç geleni bile kabul etmiyor. Yani ayağım tökezlese, bir dakika geç kalsam, o
kadar yolu boşuna gitmiş oluyorum. Ama metrobüse ulaşması kolay değil. Sabahın
ilk saatleri. 15 dakika kuyrukta beklemem gerekiyor. Çünkü oturmak için herkes
sıraya girmiş. Yol uzun, oturmadan gidemem. Metrobüsün son durağından ilk
durağına yolculuk. Boru değil. Üstelik haftada her gün bunu tekrarlaman
gerektiğini düşünürsen yiğitliğe gerek yok. Bir koltuk kapınca başlıyordum
uyumaya. Başka türlü yol bitmiyor. Kitap okuyamam, oyun oynayamam çünkü otobüs
tutuyor. Üstelik kışın saat 8'e kadar hava karanlık. Hadi her şeyi anladım. Hiç
bir şeyi düzeltemiyorsun da şu saatleri neden düzeltmiyorsunuz?
Uzun süre isyan
ettim. Ama sonuç alamadık tabi ki. Ben için için üzülüyordum. Bu nasıl olabilir
diye. Uzun uzun insanlara bakıyordum. Hala da bakarım. Yol uzun, bir gün yolu
izlersin, ikinci gün yolun her yerini bilirsin. Ama insanlar öyle değil. Değişik
değişik suratlar, tavırlar var. İzlemekle bitmez. Onca farklı suratta gördüğüm
ortak duygu alışmak. Öylesine alışmışlar ve devletten öylesine bir şey
beklemiyorlar ki onlarla aynı hissi bir gün paylaşacak olmak beni deli gibi
korkutuyor.
Bazen sinirleniyorlar ama bu sınır yanlış hedefe yönleniyor.
Kalabalık yine kalabalığa saldırıyor. Ama kalabalıkların suçu ne? Suç, özel halk
otobüsünün yanında belediye otobüsü koymayanlarda değil mi? Suç, her bulduğu
arsaya ev yapan halka izin verende değil mi? Suç, aksayan her şeyi düzeltmekte
geciken ve bak ben düzelttim, diye gözüne sokanlarda değil mi? Hâlbuki bu onun
görevi. Ben bu ülkede, kendi ülkemde verginin vergisini ödüyorum. Ama yol yok
benim mahallemde, kaldırım yok. Hastanenin acili hınca hınç insan. Ve acil idrar
kokuyor. Bunun sorumlusu kalabalıklar mı? Bunun sorumlusu biz miyiz gerçekten?
Belki de buna da alışmışlar ve devlete anlayış gösterip kalabalıklara
saldırıyorlar. İnsani duygular nasıl yok olur, görüyoruz, her gün her saat. Bir
koltukta oturmak neden deli gibi önemli? Çünkü yorgunluktan ölmemek için. İşte o
koltuk kişinin iktidarı. O koltuğu en önde kapmalı, kimseye vermemeli, yoksa
enayi olur. Kimse salak değil. Hesap sorar hakkını arar. Açık gözlüdür. Ama
komik olan bu hak arama işlemini kendisi gibi kalabalığın bir parçasında
araması. Asıl muhatabı olanlara bulaşmadan aranan bir hak mücadelesi!
Onca
insanı, onca yolu bir kenara bırakıp akşam eve koşarak dönerken yorgunluktan
değil ama üzgünlükten ağlıyorum. İnsanlarla öpüşme mesafesinde yolculuk yapmak
ve bu yolculuğun saatler sürmesi. Bunu anlamaya ve buna alışmaya ne zaman başlarım.
Dilerim hiç olmaz.
Kendime soruyorum, biz insanca yaşamayı hak eden bir toplum
değil miyiz? Alışmak yerine sesimiz bir gün yükselir mi? Topluluk olarak
elimizdeki tek güç bir adet oy mu? Eğer öyleyse neden bunun hiç bir etkisi yok.
Belki bir gün yorgun ama alışmamış oluruz. Belki bir gün yorgun ama insanca
yaşarız. E5 'in ikiye ayırdığı bir ülke var. Bir taraf devasa evlerde temiz ve
korunaklı yaşarken diğer tarafta insanlar kendi iktidarları gibi gördükleri
birbirine benzeyen ucuz evler dikiyorlar. Bu evlerin bahçesi yok, kaldırımı yok, otoparkı yok.
Ama bu tarafta çocuklar hala sokakta oynuyor. Ülkenin bir yani
hala doksanlarda yaşıyor, bir yani ise bildiğiniz gibi. Semt semt değişiyor
zaman. Semt semt insanlık farklılaşıyor. Bazen ağzın açık kalıyor. Bu şehir
beni delice şaşırtıyor. Artık eşit gelir dağılımı filan istediğim yok. Ama bir
adalet sistemi düşlüyorum. Hala romantik bir şekilde inanıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder
Sen nasıl yorum yapmak istiyorsan:
Seçeneklerden anonim olmayı seçebilir ya da sadece adını yazabilirsin. İstediğin sosyal medya profili ile giriş de yapabilirsin.