Kurban Kesmeyen Kampa Gitsin
Kurban Kesmeyen Kampa Gitsin
Bir yetişkin olarak ilk kampımı arkadaşlarımla Beyşehir'de yapmıştık. Sonraki yıl o kadar hoşumuza gitti ki Cemal'le bir çadır alıp tekrar gittik Beyşehir'e. Aracımız olmadığı için elimizde Bim poşetleri ile yedi kilometrelik yolu yürümeyi göze almıştık. Yola çıkan yolda kalır mı hiç? Birileri durdu, götürdü bizi Karaburun'a kadar. Çadır başı on lira alan, elektriği olmayan bir yerdi kamp alanı. Gaza gelip gaz ocağı filan aldık. Amma velakin ne su ısıtabildik ne yemek yapabildik. Topladık odunları yaktık kamp ateşini, en ilkel şekilde yaptık kampımızı.
Sonraki yıl evlendik filan balayına Trilye'ye gittik. Yine uyku tulumu yok bi şey yok. Yorganı tekerlekli valize koyduk. Sahil güzel, sahil bedava. Çay içtiğimiz yerde telefonları şarj ediyoruz, ateş yakıp yumurta kırıyoruz. Her yer balık restoranı yemeği dışarıdan da yiyemiyoruz.
Bu yıl ise Çatalca'ya bağlı eski ismi Podima olan Rum köyü Yalıköy'e gittik. Malum evimiz Çatalca'ya pek yakın üstelik iett de gidiyor, bunu değerlendirelim dedik. Önce Çatalca'ya gittik. Oradan da yine iett ile Yalıköy'e. Çatalca'dan Yalıköy bir buçuk saat kadar sürüyor. Bayram trafiği, kurbanlıkların yolları işgal etmesi ile yol biraz fazlaca uzadı.
Yalıköy'e adım atar atmaz Merkez Lokantası'na girdik. Masaya oturunca garson bir sürahi soğuk su getirdi. En son Diyarbakır'da bir ciğercide sürahi ile su gelmişti masama. Buna oturup uzunca bir süre sevindim. İki çorba ve çaya on lira ödeyince İstanbul'a çok yakın ama İstanbul'dan çok uzak bir yer keşfettiğimizi fark ettik.
El yordamı ile sahile yakın bir ağaçlık alan bulup kurduk çadırı. Küçük bir sırt çantasına sığacak kadar küçük bir örtü ve çarşaf dışında yanımıza bir şey almamıştık bu sefer. Çay, şeker ve bardak alıp çaydanlık koymayı da unutmuştum üstelik. Gittik, emaye bir çaydanlık aldık, geceleri ateş yakıp çay demlemek için. Gündüzleri ise merkezdeki kahvelerden çay içecektik. Yemek yiyeceğimiz yer ise Merkez Lokantasıydı. İlk defa böylesi lüks bir tatil yapıyorduk Cemal'le. Yemekler ucuz, çay bir lira, su ve kahveler ikram, sohbet bedava.
Kamp boyunca kahvaltıdan akşam yemeğine kadar her türlü yiyecek ihtiyacımızı Merkez Lokantasında karşıladık. Lokantanın sahibi Musa Amca bize Yalıköy'ü ve lokantasının geçmişini anlattı. Eskiden içkili bir mekanmış, milletin parası azalınca lokantaya çevirmiş, lokanta altmış yedi yıllıkmış, babasından kalmış, kendisi emekliymiş. Bir ara batık gemilerden eski bir alman parası bulmuş. Kapalı çarşıda satmış birisine. Eline geçen parayla bir Serçe alıp İzmir'e alem yapmaya gitmiş. Gençliğinde hızlıymış, alemciymiş. Musa Amca'nın hikayesi üç gün boyunca devam etti. Başkalarının hikayeleri de eklendi bu hikayelere.
Denizi hırçındı, kamp kuran insanların pisliği her taraftaydı, lakin güzeldi Yalıköy. Muhtar sürekli anons geçiyordu "İneklerinize çöpleri yedirmeyin, onun sütü içilmez. Yazıktır, ayıptır, günahtır." diye. Neyse ki sonraları temizlediler çöpleri inekler de ot yemeye başladılar.
Eski Rum evleri yoktu, kilise bir cami olmuştu ama özünü kaybetmemişti hala. Yeni yapılan yazlıkları saymazsak oldukça güzeldi evleri. Üstelik her köyde bir spor kulübü de vardı. Yolları yeşillik dilleri Trakya ağzıydı. Bir gün eksik kamp malzemelerini tamamlayacağız elbet. O zamana kadar en rahat kampımız Yalıköy olarak kalacak. Size açık adres veriyorum belki aynı ağacın altında kamp kurarsınız diye. Merkez lokantasından sahile doğru yürüyün. Büyük Önder Mustafa Kemal Caddesi'ni takip edin yolun sonundaki ağaçlık alana kamp atın.
Yorumlar
Yorum Gönder
Sen nasıl yorum yapmak istiyorsan:
Seçeneklerden anonim olmayı seçebilir ya da sadece adını yazabilirsin. İstediğin sosyal medya profili ile giriş de yapabilirsin.