Büyükada: Hac Yolu


Büyükada'yı ilk görüşüm Cemal'le oldu. Nişanlıyken İstanbul'a gelmiş hazır gelmişken de Büyükada'ya gidelim demiştik. Kadıköy'de vapura binmeden bir sigara yakalım, azıcık da burada duralım derken vapur kaçmıştı. Sonraki vapuru bekleyip onunla adaya gidince vakit biraz ilerlemişti. Bir yere yeterince vakit ayıramayacağını hissetmek telaşı sardı bizi. O telaşı üzerimizden atar atmaz dolaşmaya başladık adanın sokaklarında.

Sahil şeridini terk edip ada sokaklarına dalınca gördüklerimiz artık günü birlik gelen turistlerin gördüklerinden başka şeyler olmaya başladı. Evler, posta kutuları, adalı kediler, adalı insanlar, kiliseler, at boku kokusu, pembe ada çiçekleri. Bir sokaktan çıkıp başka bir sokağa girerken acıktık. Fırından ekmek, bakkaldan peynir aldık. Bir yokuşun en tepesinde, sessiz merdivenlerde yedik yemeği. Bakkal bana Çemberimde Gül Oya'yı hatırlattı. Dedim "Yurdanur'un hatrına Aya Yorgi'ye çıkalım Cemal."



Vapur saatini hesapladık çünkü yürüyüş bir saatten fazla sürecekti. Tam adanın ortasından başladık yürümeye. Bu yol daha kestirme diğer yollara göre ama oldukça da dik. İlk yarım saatten sonra zorluyor insanı. Arada elektrikli bisikletlerle adalılar ve faytonlar geçiyor yoldan. Sonrası güzel bir sessizlik.

Dermanımız kesilmeye başlamışken birden karşımıza İsa Rum Manastırı çıktı. İç Anadolu'dan gelmiş iki genç olarak uzunca baktık manastıra. Devasa bir yapı, sanat eseri değildi elbet ama insana garip bir huzur veriyordu. Sonra biraz daha yürüyünce Rum Yetimhanesini gördük. Manastıra nasıl baktıysak buna da öyle baktık bu sefer içimiz ezile ezile. Bir zamanlar yaşayan, canlı olan bu yer öylece terk edilmişti. Mekan ve onun ruhu oradaydı. Bir yanıyla hala ayakta bir yanıyla elinde olsa kendini öldürecek gibi.

Büyükada Rum Yetimhanesi ve İsa Rum Manastırı

Sövüp saymanın bir anlamı yoktu devam ettik yolumuza. Faytonların biriktiği meydanda biraz dinlenip tekrar yola koyulduk. Bu yol tamamen bir yokuştan oluşuyor. Çemberimde Gül Oya'da anlatılan hikaye gibi sessizce yürünmesi gerekiyor. Ama nerde anacım, insan bu yokuşu tırmanırken nasıl sessiz olabilir. Beş dakikaya bir yoruldum deme ihtiyacı hissediyorsun. Soluklanırken ağaçların müsaade ettiği kadar manzarayı görüyorsun. Vapurlar gelip gidiyor.

Yokuş bitip kiliseye ulaştığımızda kilise çoktan kapanmıştı. Güneşin batışını oradan izlemek düşmüştü nasibimize. Kır Gazinosunda oturacak vaktimiz bile kalmamıştı. Yine geleceğimizi bilerek aynı yolu bu sefer yokuş aşağı inmeye başladık. İniş daha zevkli ve daha az yorucuydu. Kah koşarak kah durarak bitirdik yolu.

Evlenip İstanbul'a taşındıktan sonra da  bir buçuk yıl boyunca diğer adaları da görelim diye gitmedik Büyükada'ya. Bir gün Sevmek Zamanı'nı izledik, dışarıda deli gibi yağmur yağarken. Zamanı gelmiş diye düşündük, Büyükada tekrar ziyaret edilecekti. Evimiz Kadıköy'e uzak olunca on beş tatili bekledik. İki günlük tatilde gitmeye karar verdik. Gitmişken kalalım, kalmışken doya doya gezelim istedik.

Bu sefer adada izini süreceğimiz şey Sevmek Zamanı olacaktı. Sevmek zamanındaki köşk hakkındaki tek bilgi Reşat Nuri'nin Köşkünün hemen oralarda olmasıydı. Allah'tan haritalarda Reşat Nuri'nin evi vardı. Sahil yolunu takip ederek ulaşabilecektik. Önce daha evvel görmediğimiz kiliseleri görelim dedik. Hiçbirisi açık değildi, dışarıdan bir yabancı gibi izlemekle yetindik.

Kapalı kalmış kiliseler çok hüzünlü göründü gözüme.

Sahil yoluna koyulduk. Yokuş değildi. Adalılar ve faytonlar eşliğinde başladı yolculuğumuz. Faytonlara binen yabancı turistleri izledim uzun uzun. Çoluk çocuk bindikleri faytonlarda paralarıyla bir şeylerin canını çıkarıyor gibilerdi. Son ses dinledikleri müziklere, yürüyen insanlara bakışlarına utanarak içerledim. Bu bambaşka bir şeydi, yağma gibiydi. Turistlere özenerek daha kısık sesle müzik açtık.

Alnı akıtmalı özgür tayların arasında dolaştık.

Görkemli evler, süslü pota kutuları başımızı döndürdü. Haritaya baktığımızda Reşat Nuri'nin evinin önünden geçip gittiğimizi anladık. Acaba hangisiydi diye düşünürken Google'dan bulduğumuz fotoğrafları incelemeye koyulduk. Amacımız evi görmekti, görmeden gitmeyecektik. Bulduğumuz fotoğraflardan anladık ki uzun uzun kıskanarak ve küfrederek baktığımız, yazın evde yaşayan olmadığı için terasında güneşlenip kıyısından denize girmeyi planladığımız, üstüne karşısına geçip videoya aldığımız evmiş, Reşat Nuri'nin evi.


İçimden zenginliğine küfrettiğim için özür diledim Üstat'tan. O evi hak ediyordu.Bu dava daha fazla uzamasın diyerek Sevmek Zamanı'ndaki köşkü bulmaktan vazgeçtik. Hava güneşliyken o evi görmemiz ayıp kaçardı. Sonbaharda yağmur altında görmek gerekirdi.

Başka bir manastır ve güzel bir mezarlıktan sonra Aya Yorgi'ye giden yokuşta bulduk kendimizi. Adanın etrafından dolanarak üç yıl sonra aynı yokuşla selamlaştık. Meydanda ufak bir piknik yapıp yokuşu tırmanmaya başladık. Daha tecrübeli bir tırmanış oldu. Daha az konuştuk, daha az yorulduk. Durup aşağıya, adaya baktık arada.

Aya Yorgi'ye ulaşınca içine girip mum yaktık. Şimdi ne dilediğimi düşünürken buldum kendimi. Büyülü bir hac yolculuğundan sonra insan ne diler? Burayı bir daha görmeyi mi? Burada yaşamayı mı? Yanımdaki adamla ışığımızın hiç sönmemesini mi?

Ne dilediğimizi birbirimize Cemal'le hiç sormadan Kır Gazinosuna geçtik. Güneşli bir gün olması hasebiyle dolu burası. Çaylarımızı yudumlarken çeşit çeşit hayal kurduk.



Dönüş yolu olarak üç yıl önce tercih ettiğimiz yolu seçtik. Yetimhane ve manastırı uzaktan sevdik. Restorasyon başlatılacağı haberini duymuştuk ama yetimhane hala aynı duruyordu. Manastırda sessizliğini bozmuş bahçesine bir köpek almıştı.

Akşam adanın içinde balkonlu bir hotelde kaldık. Battaniyeye sarılarak kah televizyondan dizi izledik kah karşı evi. Sabah saksıdaki sakız çiçeğinden bir dal kırıp yanıma aldım. Canlı bir hatıra olsun, ekeyim de evimde bakayım diye. İlk vapuru kaçırıp Bostancı vapuruna bindik. Dün ne kadar sıcaksa bugün o kadar soğuktu. Vapurda kahvaltısını yapan öğrencileri ve işlerine giden kadınları izledim. Ne kadar çok şey görürsem o kadar uzayacaktı bu hikaye. Uzadıkça zorlu geçen bir kışı daha kolay devirecektik.

Sakız çiçeği kök salmadı bir türlü ama bir gün mutlaka adadan yaşayan bir hatıra bulacağım. Şimdilik bir kaç fotoğraftan oluşmuş bir video onun yerini tutacak.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E