Dicle'nin Sesi'nden Bahoz'a: Kürt Kültürü ile Tanışma



Dicle'nin Sürgünleri'nden Bahoz'a: Kürt Kültürü ile Tanışma 

Sadece çevre köylerden evlenerek çoğalan bir sülaleden geliyorum. Sünni'yim ve Türk'üm. Farklı mezhepten, farklı milletlerden kimseyi tanımadan büyüdüm. Çocukluğumda farklı bir telaffuzum olduğu için "Koca Kürt" dediklerini hatırlıyorum. Öylesine Kürtlerden habersizdim ki saçım küt kesim olduğu için Kürt'ü küt olarak düşünürdüm.

Liseye gelinceye kadar Kürt bakkal dışında bir Kürt tanımadım. Alevilerin adını ise babamın askerlik anılarında duymuştum. Lise yıllarında nereden elime geçtiğini bilmediği bir kitapta "Kürt isminin karda çıkan kart kurt sesinden geldiği"ni okudum. "Aa demek öyleymiş!" bile demeden, üzerinde düşünmeden mevzuyu kapattığımı hatırlıyorum. Ailem muhafazakardı. Onlar için ırklar önem arz etmezdi, önemli olan dindi. Sanırım bundan dolayı ben de her seferinde es geçiyordum bu konuyu.

Lisenin sonuna doğru karakol baskınlarında çok sayıda şehit haberi gelmeye başladı. Yürüyüşler düzenlendi. O yürüyüşlerin birinde bir pankartta "Oğuz'un iki boyu Türkler ve Kürtler" yazıyordu. Bu kart kurttan daha ilgimi çekse de yine üzerinde düşünme gereği duymadım.

Türkçe öğretmenliğini kazanmak benim için düşünmeye başlamaktı. Tarih ve Türk dili okuyanlar iyi bilir ki bu bölümler milliyetçidir. Kadrolar ona göre şekillenir. Ülkücülerin reisleri bu bölümlerden seçilir. Okulun ilk günlerinde bunu hemen her şekilde fark edersiniz.

Ben bunu ilk derste hocanın Kürt bir öğrenciye "Neden Kürdoloji bölümünü yazmadın ne işin var Türkoloji Bölümünde." demesiyle kavradım. O dönemde Kürdoloji bölümünün açılmasına tepki göstermek bu şekilde oluyordu. Bütün sınıf geçirdiğimiz mini bir şokla laflarımızı yuttuk.İlerleyen derslerde böyle bir şey bir daha yaşanmadı. Ama dil derslerinde öğrendiğim kadarıyla Kürtçe diye bir dil vardı ve Türkçe ile aynı dil grubunda değildi.

Okul kütüphanesinde Mehmet Uzun'un "Dicle'nin Sürgünleri" kitabı elime geçti. Onu okurken paralelinde okul ödevim olan Cengiz Aytmatov'u da okuyordum. Milletlerini göz önünde bulundurmazsak bu iki yazar aynı şeyi haykırıyordu: mazlumu ve zalimi. Her ikisi de baskı altındaki milletlerinin sesi olmaya çalışıyordu. Ve bu sesi kendi köklerinde bulmuşlardı. Dilleri ve kültürlerinin yok edilmeye çalışılmasından tek kurtuluş köklerine geri dönmekti. İki yazar da konu olarak İslam'ı değil daha milli gördükleri eski dinlerini, mitolojilerini anlatıyorlardı.

Mehmet Uzun okumaya devam ettim. O, Kürt Mirlerinin Osmanlıyla bir olup Gayrimüslimleri nasıl yok ettiklerini, Kürt Mirlerinin kendi aralarındaki ihanetlerini, Osmanlının Kürt Mirlerinin nasıl yönettiklerini anlattıkça şaşkına döndüm. Bir Kürt geçmişini objektif olarak ne güzel eleştiriyordu. Bundan güç olarak ben de kendi milletimin tarihini objektif olarak eleştirmeye başladım. Bir tarafı tutmaya çalışmadan, duygusal davranmadan.

Açıkçası bu eleştiri sürecinde ideolojik bir şeyler okumaya hiç istekli olmadım. Benim asıl amacım bir kültürü tanımak ve insani anlamda çektiklerini anlamaya çalışmaktı. Sanırım bu yüzden Kürtlerin çektiği ve Kürtleri anlatan filmleri izlemeye başladım. Bir sürü film izledim ama en aklımda kalanı ve benim için en değerli olanı Bahoz'du.

Cemal adında Tuncelili, alevi bir genç İstanbul'a gelir. Sene 1992'dir. Diğer Kürt gençleri ile tanışır. Israrla Kürt olmadığını söyler. Soranlara "Aleviyim." diye cevap verir. Türk olmadığını bilir ama Kürt'üm de diyemez. Israrlı bir inkar sürecinin sonunda otobüste iki adam Kürtçe konuşunca insanlar rahatsız olup otobüsten onları atar ve Cemal tabiri caizse aydınlanır. Sonrasında Kürt'üm demeyi öğrenir. Tunceli yerine Dersim demeye başlar ve aydınla süreci devam eder.

Film 90'lı yılların siyasi atmosferini Kürt gençlerinin gözünden oldukça güzel yansıtıyor. Kürt gençler ve diyalogları gerçekçi. Türk gençler ise çok karikatürize edilmiş, gerçekten biraz uzakta. Ama bunu da o dönemdeki Kürt gençlerin algısı o şekildeydi diye yorumlarsak pek sorun kalmıyor.

Filmi izlediğim yıllarda Türkçe ile yoğun bir mesaim oldu. Kendi dilimi sevmeyi, dilimin inceliklerini ve bu incelikleri kullanmayı öğrendim. Filmde Cemal'in aydınlanışı da dil üzerinden olmuştu. Aslında isyanları haklıydı. Dillerini konuşmak ve bu dilde eğitim alma isteği engellenmemeliydi. Bunları düşündüğüm sırada bir hocamız ülkenin birinde "2 milyon Türk var ve Türkçe hala resmi dil değil, Türkler Türkçe ders alamıyor." diye yakınmıştı. Haklıydı Türkler Türkçe ders almak istiyorsa almalıydı ve tersine çevirince Kürtler de Kürtçe ders almak istiyorsa almalıydı ve üstelik bu ülkede sayıları 2 milyondan oldukça fazlaydı.

Üniversite yıllarım bunları düşünmekle ve dil eğitimi almakla geçti. Kürt arkadaşlarım oldu. Aynı sofrayı paylaştık. Aslında ne kadar farklıydık ve ne kadar da bir birimize benziyorduk. Kah onlar vatansızlıktan dem vurdu kah biz onların abarttıkları yerleri bir bir anlattık.

O zamanlardan kalma bir sofra

Şimdi seçim sonrası bir tivitte "Vedat Yıldırım, Bekle Bizi İstanbul." şarkısını görünce hepsini hatırladım. Bahoz'u tekrar izledim. Şarkıyı tekrar dinledim. Üniversite biteli beş yıl olmuş, değişen bir şey yok.

En değişmez gerçek ise galiba dil. Elimden dilim alınsa yaşayamam, yaşadığım yeri kendimin sayamam, mutlu olamam. Türk çocuklara, Kürt çocuklara, Suriyeli çocuklara, Tatar çocuklara Türkçe öğrettim ben. Öğretmeye de devam edeceğim. Bunu hayatları kolaylaşsın diye yapıyorum. Onlar buna istekli olduklarında mutlu oluyorum. Ama bir gün Türkleşeceklerse ve kendi dilleri yok olup gidecekse bu yaptığımın bir amacı kalmaz. Kendi dilimi sevdiğim kadar diğer dilleri de seviyorum, kendi kültürümü koruduğum kadar başka kültürleri de korumak istiyorum. Farklı olan farklı olarak kalsın aksi taktirde koca bir ülke çevre köylerden evlenmiş sülaleme benzeyecek ve bu oldukça sıkıcı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E