On Yılın Son Yazısı




On Yılın Son Yazısı

Geçen yılın aralık ayında Patti Smith'ten etkilenerek Başka Kimsenin İstemediği Şeyler adlı bir yazı yazmışım. Son on yılın son senesine girmenin ve Çoluk Çocuk kitabının hatrına. Şimdi de son on yılın bitişi için yine Patti'nin bir kitabından etkilenerek bir şeyler yazmak istedim.

M Treni adlı kitaba eylül ayında başlamışım. Son sayfalara gelince okuyamadım. Orhan Pamuk'un Manzara'dan Parçalar kitabında da aynısı olmuştu. Son beş sayfayı satır satır okuyarak günlere yaymıştım. Ama bu sefer üç ay boyunca bekledim ve hala da bekliyorum. Bitmesin diye mi yoksa başka bir sebepten mi hala çözemedim. Bir lanet gibi yapıştı yakama. Ne başka bir kitaba elimi sürebiliyorum ne de bir film izleyebiliyorum. Bu laneti kabul edip yavaş yavaş kitap değilse de makale okumaya başlayabildim. Sonra film yerine dizilere sardım. Bütün bunların yanında yarım kalmış örgümü tamamlamaya uğraşıyorum. Geçen yıl yazdığım yazıda yarım kalmış onca şeyi yazdıktan sonra bu yıl yine bir şeyler öyle veya böyle yarım kalıvermiş elimde.

Bir yıl önce belki penceresi balkona değil de sokağa açılan bir eve taşınırız demişim. Hala öyle bir ev mevcut değil. Belki yeni başlayacağımız on yıl içerisinde bu gerçek olur. Ben de bol güneşli bir apartman dairesinin geniş salon penceresinin önüne koltuğumu koyar camdaki çiçeklerin arasından sokağı seyrederim. Ama anladım ki her ne şartta olursa olsun kışlarım kasvetli geçecek benim. Sevgi Soysal nasıl akşam üstlerini sevmezse ben de onun gibi kış günlerini sevmiyorum. Ama sevmiyorsam da saygı duymayı öğrenmeye başladım. Bu yıl artı bir şey varsa o da bu olsun.

Yaz boyu evi yanmış çingeneler gibi gezerken evimi ve öğretmenliği özlediğimi fark ettim. İlk öğretmenler günü kutlamam anlı şanlı oldu benim için. Masamın üzerinde duran iki çiçek, bir parfüm, bir atkı ve mideme indirdiğim çikolatadan kalan kağıt, hepsi bu yılki kışın kolay geçeceğini müjdeliyor bana. Kışı yarılamış gibi hissediyorum. Kar yağar ve şubat tatili de gelirse mart sevincine bünyemi hazırlamaya başlarım.

Bir on yılı geride bırakmak doğduğum yıl olan doksanlardan iyice uzaklaşmaya işaret. Dört kardeşin dördü de doksanlı yıllarda doğmuş bizler için iki binler garipti. Daha da garipleşecek derken alışmış olduğumuzu fark ettim. Alışmışız ve giderek olgunlaşmaya başlamışız. Oysa doksanlarda doğan herkes küçük ya da genç kalacak gibi gelirdi. Belki de öyle olacaktır. Şimdilik üstümüze çöken bu olgunluk elbisesinden sıkılınca geri eski halimize dönebiliriz. Konuşmak için biraz erken.

Hatırladığım ilk tarih 1999'dur. O yıl okula başlamışım ve tahtaya nöbetçi olan herkes sırayla o günün tarihini girmek zorundaydı. Aklımda 1999 yılını tutmak için oldukça çaba sarf etmiştim. Kara gölgeli bir anıdır benim için o yıl. Yeşil tahtanın sağ köşesi, beyaz tebeşir, çöp kenarında duran birkaç çocuk ve nöbetçi öğrencinin tahtanın önünde parmak uçlarına basarak yazmaya çalıştığı tarih. Burnuma beslenme çantasının kokusu bile geldi. İlk on yılımı bu korkuyla bitirmişim. Kırmızı kurdele, c ve ç harflerini birbirine karıştırma, defter kenarı süsleri, cuma günü süt içme mecburiyeti, ağlayınca yan sıramda oturan Muhammet'in beslenmemdeki patatesler varken nasıl ağladığıma şaşkın şaşkın bakması. Burada hatıralarımdaki pembe beslenme kabındaki patateslere zum yapıyorum.

Sonra malumunuz iki binler gelmiş. Benim orta okul ve lise yıllarım başlamış ve bitmiş. Karlı kış günlerinde lanetler okuyarak sabahın köründe okula gitmişim. Yaz tatillerinde köyde kalmışım, özgür olmuşum. Bir yanım belki bundan hep köylü kalmış. İki binlerin başından hatıra bana onca dizi karakteri kalmış. Hepsini atmışım hafızaya. Hafızam hep çöplüktür zaten.

O zamanlar da kışı pek sevmezdim. On beş tatilde yapacak bir şey bulamaz ha bire bir şeyler izlerdim. Öyle çok izlerdim ki başıma ağrı girerdi. Bazen sıkıntıdan ağlayacak gibi olurdum. Bir de tüten soba kokusu gelir burnuma. Dışarı asılan çamaşırların donmuş halleri gibi katı katı duruyor her şey. Ufacık bir kokuda, seste hepsi sobanın ısısıyla çözülür gibi üşüşüyor. Bu son on yılda o yüzden geçmiş son iki on yılı yazdım. Bunlardan kurtulup bu on yıla yer açmam gerek. Bir on yıl sonra da bu on yılı yazarım. Zaman hep geçten akıyor. Üzerimdeki olgunluk elbisesini çıkarıp asmak veya ona sımsıkı sarılmak arasında kalmışım. Bu on yıl içerisinde otuz yaşıma basacak olmamdan ötürü olsa gerek. Yine de hala doksanlarda doğanlar en küçüklerdir bu böyle biline. Her ne kadar hepimiz o elbiselere sarılmış olsak da.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E