ÖRÜKLERİMDEN BİR TUTAM
ÖRÜKLERİMDEN BİR TUTAM
NOT: Hikaye uzun da uzun, uzadı da uzadı. Her bir kadın örüğü bir başkasına dolandı. Ara verip okuyabilirsiniz. Beğenmediğiniz yer de bırakabilirsiniz. Bir amacı varsa eğer bu yazının o da hikayelerin iyi ediciliğini keşfetmek ve kelimelerden yardım beklemektir.
Rivayet edilen odur ki bir dağın yamacında oturanla
bir gönül bağı kurmak istendiğinde ufak bir fısıltı yaymak gerekirmiş. Bir
tutam ses alır başını gider ve sahibini bulurmuş. Bilirsiniz dağ yamaçlarını,
keçi yollarını, çoban heybelerini. İçinde yokluk kol gezerken bir bolluk da
açılır, uzar gider bir yitiğe doğru. Sevda yankı bulmuşsa bir türküde inanın
bunu anlatması güç ve ayıptır. Bir kuşu eti için öldürmemeli, tüyüne
dokunmamalı, yalnız uçuşuna gönül vermeli. Türkü diyar diyar gezerken dişleri
düşmüş bir ninenin eline dokunabilir. Elinde bakraç süt sağan, yüzü güneşten
korusun diye örtülü bir gelinin diline dolanabilir. Güneş görmemiş
memelerimizden süt emen bir bebeğin pamuklanmış dilinde ağlayabilir.
Kelimeyi zorlamak ve kelamı uzatmak çoktandır başımızın
derdi. Öyle ya boş vakit, boş zihin ve uyuşuk bir insan ne eder başka.
Elindekini oynar, çevirir, bozar, düzeltir, oynar, döndürür, büker, yırtar,
yıpratır. Bir tespih de olabilir bu bir peçete de veyahut bir yazmanın oyası.
Yine de ellerimizden daha çabuk pörsümez oyalandığımız şeyler. Unutabiliriz
onları, bir köşede yitirebiliriz, aman sen de diyebiliriz ve bundandır onları
çabukça eskitemeyiz. Tekrar buluncaya kadar bir köşede bekletir, genç tutarız.
Bu çocuğun emziği unutması kadar zor ama kalıcı değildir. Oysa ellerimiz
yazgımızın bir parçası, hor gördüğümüz şeylerin birincisi. Eller pek çabuk yaş
alır, çizgileri acımasız acımasız vurur gözlerimizin içine.
Rivayetin bir başı varsa elbet sonu olmalı. Yamacın
başında birine selam ederken bir fısıltı yollarsın ve gider dağ yamacında bir
tenhaya. İlk haber böyle iletilmiştir. İletmek ve göndermek kadimdir. Peki,
bunu ilk eden kimdir? Bir el sahibi kadından bahsederler. İsmi bilinmez
değildir. Değişir, çoğalır. Yani bereketlidir. Kurutmaz, çoraklık ona göre
değildir.
Dağ yamacında haber bekleyenlerin ilki de bir el
sahibidir. Gürlüklerin en tepesinde ya da çağıltıların en aşağısında yine en
kadimlerdendir. Peki, bu işin sırrı nedir? Bir fısıltı çoğalıp da neden bir dağ
başındaki gürlükleri ışıtır. Sesin rengi ne yana düşerse o yüzdendir aslında.
Bir müşkülü çözmek, bir acıya deva eylemek ne bileyim bir yaralı parmağa işemek
içindir. Acı kadar kadimdir deva. Dert kadar kutsaldır sonları. Ama tabi
bilinmez hangi acı fısıldanır bir dağ yamacına ve kim kimden el almıştır.
Birisi bulguru çiğner, okur üfürür. Birisi ocak
başında tezek kırarak acıyı pişirir, bir başkası aman yandım siz yanmayın diye
diye söz dişirir. Hepsi yaraya merhem, derde deva, hastalıklara topluca şifadır.
Rivayet edilen bir başka şey de birikmiş bir dere
ağzından su içince kırk gün kırkikindi çiçeği altında konaklamak gerektiğidir. Kırkikindi
çiçeklerinden bahar başında bir tomar toplanır her hane için. Evin sıçan
görmeyen damlarında gizlenir. Sıçan pek severmiş bu çiçeği. Kokusuna gelirmiş.
Öyle ki onu yemeye kıyamaz kokusuyla mest olup üç gün baygın yatarmış
yamacında. Bilmeyen öldü sanır kuyruğundan tutar atarmış. Sıçan çiçeğin
kokusundan uzaklaşınca ayılır, kuyruğundan tutan eli ısırır, kuruturmuş. Bir, kınalı ele dokunmazmış. Kınalı ellerin bereketinden ürker o elin sırlarından
kaçarmış. Hanelerin kadınları kınalar aktıkça birbirlerinin ellerini, saçlarını, en mahrem yerlerini kınalar; sıçanların şerrini savarmış.
Bir Saffet derler, yeni yetme on yedisinde asker
ocağı görmemiş körpeden bir damat kınalatmamış karısının ellerini. Yeni gelin
korkudan titrer olmuş. Saffet’in gül yüzlüsü, korkak gönüllüsü büyümüş; serpilmiş kendi hanesini taş üstene taş koyarak dikip hanım olmuş ya güç gelmiş
yüreğine. Kırkikindi çiçeği kokusundan bir fareyi kuyruğundan tutup çekmiş
almış, tam atacakken sevdiğinden ayrılan âşık ısırmış bizimkinin elini. Aman
evlerden ırak, bacalardan girmeyesice bir kurumuşluk peydah olmuş çıkmamış.
Kim bilebilir sonun böyle olacağını. Kör kuyulardan
su çıkaran Çıkrıkçı Kör Ebe bilir tabi. Çıkrıkçı Kör Ebe annemin ninesi. Dağ
yamacında haber bekleyen, el sahibi, bulgur püskürtücü, dua belleticisi.
Her kış ilk kar düşmeden "Yarın kar yağacak yitikleri
bulmalı." der düşerdi yola.Yol dediğim kendisinin gide gele yol ettiği bir
patika. Patikadan sonra başlar bir düzlük. Burası ayağının altında garip bir
sundurma sanki. Gözleri kör değil de ışığı garip seçer. Yaşlıdır bir yerini
kırsa kim bakacak? "Düş kız peşine, tut elinden, sakın bırakma." Tek gittiği, yol
ettiği toprağın yanında bir de benden çıkmış bir yol belirir. Ayazın elleri
kestiği günler, işte ilk kar bu zamanda düşer. Biz yitik ararız. Yitik dediğin nedir
ki Hacana? Sus bile demezdi gâvur gibi bir inat. Açılan örtüsünü tek eliyle
düzeltir, bakardı boşluğa. Kaç sene yitik aradık sayamadım. Bir keresinde sis
çöktü ovaya. İlk kar sonrası yitik aramaya çıktık. Hacana etme eyleme bu ikinci
kar, dediysek de dinlemedi. Tutturdu bir yitik, tuttu gâvur inadı. Dedi o köpek
karıdır olmaz, bu ilk kardır hadi kalk kız.
Sisli bir ovanın ortasında, bir ayaz mı desem yoksa
içimizi yoklayan kaba bir soğuk mu? İşte öyle bir şey yalıyor ufaktan üstümüzü.
Onun abası sağlam, keçi örmesi. Benimki içinde domuzlar olan bir gocuk,
Alamancı hediyesi. Yürüdük de yürüdük. Keçi örmesi geçit vermedi, benim gocuk
inceden buz tuttu. Hacana yitik nedir? Hacana yitik nerede? Aman Hacana öldüm.
Dinlemedi, gitti yine yitik bekleme taşına oturdu.
Bir beklediği yer orası birisi de aha şu ardıç altı. Ha bire fısıldar, konuşur,
eliyle bir şeyleri savar. Hoşt dediği de olur, bili bili dediği de. O sisli
günde pek bir ses etmedi. Dedim ölüyor karı. Vallahi bu sefer gidecek. Yaşasın
şu Alaman gocuğu, keçi örmesi tutmadı onu. Lakin Hacana yaşadı yüz yaşına kadar.
Ben o sisli günden beri öksürürüm. Bak yaşım kaçtır kimseler bilmez ama işte
o vakitten beri öksürürüm.
Ben yatağa düşünce iki sene ara verdik yitik
aramaya. Bahar yağmurlarında başladı bu sefer, kalk solucan akması bulacağız, diye. Dedim nine solucan akması nedir? Gâvurun yine dudağı mühürlü. Her bahar
yağmur yağar, biz solucan akması ararız. Her yağmurda çıkar olduktu da babam
ayağına zincir vurarım deyince azalttı şükür.
Yine bir gün dellenmiş solucan akması ararken dedi, yitik bulmayı ben yitince sen bul. Solucan akmasını ben yitince sen ara. Al
gözüm, ciğerimsin. Çirkinsin, evde kalcan zaten beni dinle yitikleri unutma. Gâvur
karı yüzüme dedi böyle. Ağladım, tükürdüm yere, koştum gittim eve. Yalnız kal
kurtlar yesin seni, diye bağırdığımı bilirim. Akşam olmadan buldu evin yolunu.
Kör derler vallahi değildi. Barışmadım üç gün küs kaldık. Sonra mendilini
yıkadı astı siyah tele. Kurusun barışırız yoksa cehennemlik olursun ha dedi.
Korku bokuna değil de içim kötü oldu öptüm elini.
Sonra bir yitik araya bir solucan akması araya
geçirdik günleri. Anam gözünün içine bakardı her kış şimdi ölecek öldü diye.
Kıtlık zamanı bir boğaz eksilecek. Hem çocuğu yanında götürüyor çirkindi aklı
da yitecek. Ölmedi. Ant içti ondan önce üç genci mezara gömecem diye.
İlk bir oğlu öldü. Ahı tuttu dediler. Sonra bacısı
öldü, ahı tuttu dediler. Annem korktu üçüncü kendisi olacak diye açmadı ağzını. Ölüm
korkusu hiçbir şeye benzemez. Elinden tuttu mu ömür boyu koymaz yakanı. Hacıya
da gitsen, okunsan üflensen, camiden de çıkmasan seninle kalır. Bok kokusu gibi
lakin suyla arınmaz. Gökte uçan kuşların isimlerini belletti. Bir Kara Kurşun Balı olan vardı. O gelince derdi ki şu ölecek. Yarabbim ölürdü gecesini
görmeden. Dili kopasıca, evine ateş düşesice susmazdı.
Ben miyim Azrail gidin hesabınızı ona sorun ben
haber verdim, yitecek o, derdi. Haklıydı da anlamazdık biz. Biz ne biliriz.
Çağrı bilmeyiz, dağ yamacı bilmeyiz. Elimizde kelimeler yok ki oynayalım,
bükelim onun gibi. Yine ben biraz okur oldum dağı, bayırı, sesi, ağacı, kuşu.
El verdi ölmeden. Dedi git taşta bekle gelir
yitikler. Al şu kayısı çekirdeğini bellet ona içindekileri. Oyna dur, okşa dur,
ağzında çevir dur. Bahardan evvel ek toprağa. Bir kar kümesi koy üstüne. Bir
ağaç olursa yitikler gelir konuşur senle.
Elim kurudur tutmadı ağaç beş on sene. Yine de ölmüş
ardı bir vasiyettir tuttum ebemin sözünü. Bir an yeşerdi diktiğim yerden
incecik, cılız bir şey. Bundan gerisi sırdır diyemem. Bir el verdiğime derim
sırrı, yitikleri. Gayrısı haramdır ebemin kemikleri sızlar. Hak yolundan
giderim ben. Atalar sözü uludur. Üstüne laf dersem olmaz. Her ata iyi değildir.
Birisini seçmeli. Birinin yolundan gitmeli.
Böyle uzadı Çıkrıkçı Kör Ebe’nin torunun hikâyesi.
El verdi, el aldı. Kaç kuşak bir ata kelamına yollandı, yolda kaldı? Hesap
tutanlar vardır da sırrına eren azdır. Şu ırmak da Lokman Hekim görünür,
berisinde biten ot Kusurlu İbrahim Efendi’nin zulmüne karşıdır.
Bir ot deyip geçmemek lazım bunu bellettiler bize. İlk bunu bellettiler. En kalın kirişleri söken de bir otmuş zamanında. Adı bilinmez bir peygamberin bağrını da delmiş derler hakka karşı çıkınca. Yine de tövbe, bilmeyiz yaradan bilir o işin sırrını. Aklım her şeye ermez deme bir vakti vardır ere durur. Kim kime ne söylemiş bir duyan vardır. Kimisi der o dinliyor yazıyor kimisi der efendiler, hanımlar. Bir saygı vardı evvel. Ot muydu böcek miydi seçemem aklım bulanık.
Andan önce olan bir anda doğurmuş anam beni. Dilim bükülmüş. El veren Selma’dan el aldım. Selma’nın eli ta Çıkrıkçı Kör Nine’den gelirmiş. Selma benden gençti, diriydi, güzeldi. El alacak biri değildi. Vermişler garibe. Dayanamadı yüke. Çekirdeği ektiğinin sabahına çatladı. Aklı gitti gelmez dediler. Altına işedi, yaz günü yitik aramaya gitti. Yatağa düşünce boşadı kocası. Halamın kızıdır dedim aldım evime. Baktım üç kış. Kalk git ara yitikleri ya da koy beni ben arayayım dedi. Koymadım, gittim yitik aramaya. Beş on ayaktan yol yapmışlar. Oysa ezberimde tam yirmi iki olmalıydı. Birileri erken göçmüş, birileri aksatmış işini silinmiş yollarının izi. Sonları hayrolmamıştır. Ata sözüne hürmet etmemişler. Çıkmıştır üç çocuğunun doğurduğu üç bebekten. Ama iş işten geçmişse yapacak bir şey yok.
Bir ot deyip geçmemek lazım bunu bellettiler bize. İlk bunu bellettiler. En kalın kirişleri söken de bir otmuş zamanında. Adı bilinmez bir peygamberin bağrını da delmiş derler hakka karşı çıkınca. Yine de tövbe, bilmeyiz yaradan bilir o işin sırrını. Aklım her şeye ermez deme bir vakti vardır ere durur. Kim kime ne söylemiş bir duyan vardır. Kimisi der o dinliyor yazıyor kimisi der efendiler, hanımlar. Bir saygı vardı evvel. Ot muydu böcek miydi seçemem aklım bulanık.
Andan önce olan bir anda doğurmuş anam beni. Dilim bükülmüş. El veren Selma’dan el aldım. Selma’nın eli ta Çıkrıkçı Kör Nine’den gelirmiş. Selma benden gençti, diriydi, güzeldi. El alacak biri değildi. Vermişler garibe. Dayanamadı yüke. Çekirdeği ektiğinin sabahına çatladı. Aklı gitti gelmez dediler. Altına işedi, yaz günü yitik aramaya gitti. Yatağa düşünce boşadı kocası. Halamın kızıdır dedim aldım evime. Baktım üç kış. Kalk git ara yitikleri ya da koy beni ben arayayım dedi. Koymadım, gittim yitik aramaya. Beş on ayaktan yol yapmışlar. Oysa ezberimde tam yirmi iki olmalıydı. Birileri erken göçmüş, birileri aksatmış işini silinmiş yollarının izi. Sonları hayrolmamıştır. Ata sözüne hürmet etmemişler. Çıkmıştır üç çocuğunun doğurduğu üç bebekten. Ama iş işten geçmişse yapacak bir şey yok.
Selma öldü demeye dilim varmaz da öldü işte. Çatladı
gitti bir yitik oldu. El verdiydi bana son suyunu verirken dudağına. Çekirdek
uzattı. Yokladım bir kör karanlıkta. Ektim çekirdeği beş ay bekledim. Bir erik
ağacı çıkmasın mı? Dedim var bunda bir güzellik, pek severim eriği. Erik
dediğin bir inceden açmalı ki kokusu vardır. Dağlar dayanmaz. Dağa çıkmana
gerek kalmaz toplaşır tüm yitikler.
Bir sürü köpek ürür, işte o vakit köy evine çekilir.
Yitikler dolanır etrafta. Çirkinmişim de almamışlar beni. Varmadım İpekten’deki
çobana. Ben çirkinmişim de başka alan bulunmazmış da. Varmadım o çobana. El
vardır bende. Ben bulgur gevmem, püskürtmem. Bir bebelerin dişlerini soğanla
yıkarım bir başları ağrıyana yılancık kıyarım.
Siz bilmezsiniz belki de çeken iyi bilir bu derdi.
İkindi sonrası başlar bir ağrı. Aman desen yardım edenin olmaz. Kaç gün durur
şakağında. İkindi başlar yatsı gider. Zonklama, akıl kaybı, göze perde inmesi.
Gelirler. Örtmede bekletirim. Ele hürmettir. Bir bıçak getirir gelen. Okurum
kıyarım yılanı. Bir de alnının ortasına vururum bıçağı. Bir damla kan düşer
örtmeye. Bir ellik alırım. Kırmızı fistan, morundan kumaş, beyazından hacı
yazması. Kanı yıkarım güzelce. Hediyeleri satarım parası yitiklerin ruhuna. Sancısı
geçer her gelenin. Bıçak yarası beş güne geçer. Yeni gelinse hemen iyi olur. Ama
almazsam ellik, kurtulamam bu illetten bana bulaşır. İlk başlarda almadım ellik
elimin içi kurumaya yüz tuttu. Dedim ellik yoksa okumam bana bulaşır elim
kuruyor.
Bir gece vakti sardılar beni, battaniyeye götürdüler
Selma’dan el alan Halam Bacı'ya. Halam Bacı uykusundan uyandı geldi örtmeye.
Battaniyeden çıkardılar o zamanlar vardım on beşimde. Elimi uzattım, tuttu
uzunca. Çıkmıştı bir kemiğim, elimden aşağı sarkıyordu derisiyle beraber. "Ölecekleri biliyor, bildikçe sarkıyor kemik. Bir şey de bir yol göster." dediler.
O zamanlar çok yaşlıydı. Aldı beni içeri. Kovdu anamı örtmenin en aşağısına.
Dedi kızım sen de el var. Okursam elin kaybolur. Bırak kemik düştün yerinden.
Çolak olursun, ersiz olursun ama yitikler seninledir, korkma. Korkmadım. Ne
ersizlik var aklımda ne çolak olmak. Kal burada beş on gün. Ağrını azaltalım.
Yitiklerle bir konuş bir görüş. İşin sırrı onlardadır ben azıcık aklımla bir
şey diyemem.
Öyle öyle günler geçti. Her gece köpeklerin
ürmesiyle gelirdi yitikler. Ölüler mi diriler mi başka bir âlemin efendileri mi
bilemezdim. Oğlanından kızına, bebeğinden yaşlısına bir ahali. Yemezler
içmezler sadece konuşurlar. Elimden sarkan kemiği yerine soktular. Bir uzun
yara izi kaldı bana o günlerden yadigâr. Dediler değirmenler döndükçe ağrıyacak
elin. Elin ağrıdıkça bereketlenecek buğday. Harman vaktinde götürürlerdi beni
tarlalara. Elimi değerdim başaklara. Sarısından daha sarı olurdu renkleri. Üç
ettahiyatü okurdum dirilirdi ölmüşleri.
Bir de sevdiğim vardı diyemem adını. Anası korktu
almadı beni. Tarlalarına basmadım, evlerine başkasını gelin aldılar diye. İlkin
kuyuları kurudu, sonra bir çocukları olmadı. Başakları tenekeleri doldurmadı.
Değirmenin taşı onların buğdayda çalışmadı.
Gevip gevip attım içimdeki nefreti. Her dağ
yamacında birisi gönlüne dokunmayı beklermiş. Beklemek nafile, gönül ehlinden
konuşmayı bilmezsen olmaz güzel şeyler. Bir fısıltı da bir, bir cenk sesi de
sağır olana. Hay desen de duyulmaz huy desen de. İki elin parmağı bir birine
değer ve toz havaya kalkar. Toz sileceksen bir su bulmalısın. Toprak suya
doymaz da doysun diyelim ki o vakit susamayı öğrenmiş olacaksın. Laf lafı açtı,
laf lafı birbirine doladı. Kim nereye gitse bir başkası onun ayağındaki çamuru
merak edip durdu. Merak iyidir ama yoldan da çıkarır bazen. Ata sözünde dur da
yolundaki çamuru kurutma. İşin işindir bir bilinmezle uğraşma. Belletilenin
üstüne beş tane eklemeden hasta kalpler iyi edilmez.
En müşküldeki en müşkül benim demez. El açanı
çevirme. Kapında duran çiçeğin dilini çözersen işte olmuştur bir güzellik.
Sevgi bir tutam otsa kokacaktır güneşli günlerde. Yıkadım çıkmadı, astım
kurumadı, besledim büyümedi. Uzun uzun laf ettim de bir dişe dokunmadı. Maksat
neydi unuttum. İçli dışlı, bir sürme akçenin ucunda buluştu.
Ben gittim ırağa gönül gözüm karıştı da karıştı. Gecedir
bilmedim bahçelerde gezmedim. Şimdi elimde nazır bir erik ağacının ucunda
yitikleri beklerim. Soyum Çıkrıkçı Kör Ebe’den geliyor. İz sürdüm yüz ayaktan
yol olmuş dağ yamacı. Bir fısıltıydı bana iletilen. Elimde beş yitik beş
yitiğin de dili dönmez bunları demeye, ata sözüm susmaz üstüne eklerim bir bir.
Şimdi bir el verecek bir başka soyumdan olan. Biz kaç bacıydık unuttum da
bereket hepimizin ortak kanı.
Yorumlar
Yorum Gönder
Sen nasıl yorum yapmak istiyorsan:
Seçeneklerden anonim olmayı seçebilir ya da sadece adını yazabilirsin. İstediğin sosyal medya profili ile giriş de yapabilirsin.