PANDEMİ, PANİK ATAK VE STAR TREK: VOYAGER



PANDEMİ, PANİK ATAK VE STAR TREK: VOYAGER

Malumunuz sıkıntılara girdik dünyacak. Evlere kapanıp kaldık. Bir illet tuttu yakamızdan bırakmıyor. Bir belirsizliktir almış başını gitmekte. Gelip geçecektir elbet. Bir masal gibi düşünürsek iyiler kazanacak kötüler yenilecek. Burada iyilerden kastımız neden insan? Galiba şairin de dizesinde dediği gibi "insan eşref-i mahlukattır, derdi babam" yani yaratılmışların en şereflisi olduğumuza ve tüm mahlukatın bize hizmet etmek için yaratıldığına inanmış olmamızdan dolayı. Buna inandırılmışız bir kere başka türlüsünü düşlemek güç. Haliyle hayvanlar, bitkiler telef olurken, sadece mal niyetine bakıyorduk şimdi telef olan biz olunca bir acayip olduk. Şoklardan şoka girmekteyiz. 

Bu makul bir şaşkınlık. Zira bu çağda virüsten ölmek de neymiş? Bu çağ derken işte uzay çağı, teknoloji çağı filan. Hepimiz aşinayız bu tabirlere. Ne olacaktı bu çağda? Yani ne bileyim en azından bir virüsle de ölüp gitmemeliydik. Hani gelişmişlik? Hani teknoloji? Efendim elbet var bir teknoloji de yani bunu nerelere harcadığımıza da bir bakmak gerekli değil midir? 

Tam burada aklıma Star Trek: Voyager dizisi geliyor. Yedi sezonluk bir uzay dizisi. Bütün uzay bilgimi buna borçluyum. Çok şey öğrendim bu diziden. Teknoloji almış başını gitmiş bir zaman diliminde geçiyor dizi. Dünyalılar uzaya çıkmış, federasyon kurmuş filan. Yani teknoloji, gelişmişlik arşta. Bu insanların bir simülasyon doktorları var, her derde deva bir çözüm buluyor. 3D yazıcıda simülasyon akciğer yapmalar, sağlam genlerden yararlanmalar, nakiller falan filan. Yani uzayda da bin bir türlü bilinmezlik var ama çözüm için de bütçe ayrılmış. Üstelik dizi de bile Kaptan Janeway ve yareni Chakotay, onca uzaylı saldırısında ölmedi de bir gezegende kaptıkları virüsten öleyazmışlardı. Bizim ikili, diğerlerine bulaştırmamak için M sınıfı bir gezegende kalıp diğerlerini Dünya'ya göndermek istemişlerdi. Allah'tan bizim simülasyon doktor onun da icabına bakmıştı.

Öyle teknoloji gelişince doğayla savaşımız bitmiyor. Teknoloji gelişince doğayla savaşımızın üstüne bir de teknolojiyle savaşımız başlıyor. Diziden bildiğim kadarıyla Borg teknolojisi var, ortak bilinç denilen bir şeye inanıyorlar ve bütün insanların bilgilerini emip asimile edip onları robotlaştırıyorlar. Asimilasyon kulağıma yabancı gelmiyor da robotlaştırmak belki gelecek zamana aittir. Sonra bir uzaylılar vardı, adlarını unuttum işte, onlar da organ mafyası. Kendi ırkları tükenmesin diye çabucak bozulan organlarının yerine, sağlam uzaylılardan organ çalıyorlardı. Ellerinde bir silah var, onunla organ ışınlıyorlardı. Bunlar sanki üçüncü sayfa haberleri gibi ama değil işte, bunların hepsi teknoloji. Yani insan değişmiyor, kaderi de biraz teknolojikleşiyor o kadar.

Tabi bu diziyi yazanlar da bu teknolojinin insanı, aynı benim gibi belki o yüzden şimdiyle örtüşüyor olabilir. Gerçi geçmişe gitsek de aynı sonuç çıkar ya açık kapı bırakmakta yarar var. 

Yine diziye dayanarak biliyorum ki üç beş yan karakter dışında herkes sağ salim kalırdı, her bölümün sonunda. Tam bir ana karakter öldü derken paralel evren, zamansal anomali ya da doktor devreye girer öldürmezdi o karakteri. Şimdi bizim dünyayı Voyager'a benzetecek olursak baş roldekiler sağlam kalacak da üç beş figüran ölecek. Bu üç beş figüran, işte tam burada ellerim zangır zangır titriyor yeminle. Hangimiz üç beş figürandan fazlasıyız ki? 

Hah işte tam burada yazının başlığındaki panik atak tutuyor elimizi. Gel diyor, gel. Senin bana, benim sana ihtiyacım var. Burada diziden uzaklaşıp kendi hayatıma geçiş yapmalıyım. Ben çocukluktan beri kaygı bozukluğu ile uğraşıyorum, hobim gibi bir şey oldu. İlaçlı ilaçsız tüm yöntemleri denedim ve en etkililerini derleyip kendi kendime kullandım. Kaygı bozukluğu böyle öldürmez ama süründürür, delirtmez ama hep de bir açık kapı bırakır. Bu kış bir garip kişisel deneyimden sonra bir şey yaşadım. Adını koyamadım. Tekrar eden bir korku patlaması ve sonra devam eden korkudan korkma eylemi. Bu şeyi ilk defa yaşayınca bir daha olmaz sanmıştım. Ta ki şu sevgili virüs gelene kadar. 

İlk baş bizi iş yerinden eve gönderdiler. Evdeyken her şey iyiydi hoştu. Sosyal medyada yapılan şakalara gülüp gerçek korkumu bastırmam gayet mantıklı geldi. Sonra dediler ki iş yerine gelin online eğitime geçeceğiz. Tamam dedik demesine de beni aldı bir huzursuzluk. Dışarı çıkınca nefesimi tutmalar, insan gelince kaçarak uzaklaşmalar, ellerimi dua eder gibi hep havada tutmalar, kapılara yaklaşınca açmak ve açmamak arasında kalmalar. İki gün gittik biz bu halde işe. İş yerinde bizden başka kimse yok ama ben yine de masamdan kalkamıyorum. Sosyal medyada, kötü haberler de bu esnada yayılmaya başladı. İş yerinde televizyon açık, yedi yirmi dört maske, kolonya, yaşlılar, yoğun bakım, test sayısı dönüp duruyor. Gecenin bir vakti Cemal'le dertleşirken birden "Çok kötü şeyler olacak." deyip büyük bir korkunun içine düştüm. Bir korku ki ellerimden titreme, ürpermeyle giriyor, içimde yükseliyor tam böyle omuzlarıma gelirken işte delirdim, bayıldım, öleceğim, felç olacağım derken sönüveriyor. Ama bu kışın başıma gelenin biraz daha az şiddetli olanından. Enseyi yıka, düşüncelerden uzaklaş, ilaç al. Yok içimdeki korku geçmiyor. Aynı şiddetli korku sinmiş beni bekliyor. Yine de bir tecrübe var kendimi koyvermiyorum. 

Sabahı zor ettim. Durur muyuz yollandık işe. Akşama kadar öyle vakit geçirdim düşünmemek için kendimi yırttım. Düşünsem korku bir yerlerden çıkıverecek. İşin garibi neden korktuğumu bilmiyorum. Tüh Allah beni ne yapmasın. Akşam mesai bitti Cemal'le baktık internetten belirtilere, doktora da gidemiyoruz. Panik atak ya da panik bozukluğu gibi bir şey görünce ben bir rahatladım. Delirmemişim, felç geçirmiyorum diye. Öyle bir bilinmeze kapılıp gitmek kolay değil dostlar. Akıl bu şakaya gelmez.

Sonra ben günlerce bunun üzerinde düşündüm sakız gibi çiğnedim olayı. Bastırdığım onca şeyi kustum bir gece vakti. Üzerinde düşünürken bile zaman zaman korkulara kapıldım. Yazma aşamasına geldiğime göre gerçekten korkuları biraz atlatmışım demektir. Bu başıma gelenlerin çoğu şimdi sizin başınıza gelmekte, gelecek ya da gelmiş olmalı. İnsanız ya bu anormal vakitlerde bunu yaşamak galiba biraz doğal. Korku sanırım sadece ölmek değil. Korku bir bilinmezin içerisinde yüzmekte oluşumuz. Bir bunaltı bu. savaş gibi, sel gibi, yangın gibi. O müthiş insanlığımızın beklemediği ya da belki daha afilli bir şekilde beklediğimiz bir şey geldi ayağımıza dolandı. İşin kötü tarafı ne kadar süreceği de belli değil. Hal böyle olunca her şeyin en iyisini ben bilirimciler biraz kenara çekilse daha iyi olacak. Haklı bir yakarış varsa ortada amenna da ota boka kötülük kusmak da biraz şu zamanda bıkkınlık veriyor. Senin minnoş kalbin kırılmasın diye mi susacağız da diyebilirsiniz. Bu konuda haklı da olabilirsiniz. Ama söz konusu olan şey halkın ruh sağlığı canlarım ciğerlerim. Yani ruh sağlığımızı korumamız herkesin işine gelecektir.

 O yüzden virüs konusunu doktorlara, haber konusunu gazetecilere, eğitim konusunu öğretmenlere bırakalım. Normal zamanda yaptığımız ve normal zamanda bile işe yaramayan onca eleştiriyi biraz geride bırakalım. Çalışmak zorunda kalmayı eleştirelim, ekipman yetersizliğini de ve buna benzer şeyleri de. Ama ekmek yapanları, insanları güldürenleri, yan gelip yatanları, kitap okuyanları, ders anlatanları, video çekenleri filan neden eleştiriyoruz anlamış değilim. Allah'a şükür biraz medya okur yazarlığımız var da benim bilinç altımın yok. O yüzden halk bilinç altı için biraz sesimizi kısalım. 

Şeffaf olmayan, belirsizlik dolu şu günlerde neticede hepimiz üç beş figüranken, figüranlığı küçümsemek de değil niyetim. Ama küçümsemiş gibi de oldum. Yani diyeceğim linç kültürünü beslemeden mizah anlayışımızı besleyerek şu bilinç altlarımızı biraz rahat ettirelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E