İNSANIN ACAYİP KISA TARİHİ YA DA BORGES ÖYKÜCÜLÜĞENE GİRİŞ I

 


İNSANIN ACAYİP KISA TARİHİ YA DA BORGES ÖYKÜCÜLÜĞÜNE GİRİŞ I


Yakın zamanda, Aykut Ertuğrul'un 'mümkün öykülerin en iyisi' adlı öykü kitabını bitirip üzerine yazmıştım. Hastalık sebebiyle karantina sürecinde evde olmayacağım için bir kırtasiyeye girip Güray Süngü'nün İnsanın Acayip Kısa Tarihi'ni aldım. Aykut Ertuğrul da arka kapakta bir yazı yazmış. Ohh ne güzel. Okuma çizgisi beliriyor. Aykut Ertuğrul da Borges'e selam ediyordu, Güray Süngü de. O zaman bismillah.

Kitapta aşk ve acı, acı sebebiyle aşktan vazgeçme, sonra tekrar aşk ve acıyı seçme ve kendinden geçme, sanırım en sonunda insan-ı kamil olma var diyebiliriz. Bu uzun öyküyü böyle özetlemek ne kadar doğru orasını da kestiremiyorum şu an. Aslında kitabın dili bu saydığım hiçbir şeyi asla çağrıştırmıyor. Ama coğrafyanın da etkisiyle bu sonuca ulaşıyorsunuz.

Öykü hafızasını kaybetmiş bir adamın uyanması ile başlıyor. Ya da ayılıyor ya da kendine geliyor. Öncesi olmadığı için başlangıçtan da emin olunamaz tabi. Sonra içinden konuşarak kendisi hakkında varsayımlarda bulunuyor. Etrafına bakarak nerede olduğunu anlamaya çalışıyor. İçinden konuşması uzun, akıl yürütmesi hep aynı. Bu aşamada insanı biraz yoruyor. Tam olarak basit bir dil, basit akıl yürütmeler. Olağan mı değil mi bilemiyorum çünkü hafızamı kaybetsem, nasıl akıl yürütürdüm emin değilim. Bu aşamada Allah'ı Arayan Çocuk Hay, aklıma geliyor. Bir adada yaratıcıyı arıyor ve buluyor. Yani insan aklı yaratıcıyı kendi kendine bulabilirin ispatı. Peki doğru mu? Her şeyden uzakta bir adada tanrıyı aramadığımız için asla bilemeyeceğiz. Yani yazarda kimsenin pek bilmediği bir durum karşısında başlıyor öyküsüne ve öyle devam ettiriyor. Her şey olabilir ama dediğim gibi bir yerde bir boşluk ya da basitlik hissettim ve bu belki de kişisel zevktir diyorum.

Sonrasında bir Borges Dayı dahil oluyor öyküye. İşte tam bu esnada,  kahraman da biz de absürt olanın geldiğini anlıyoruz. Borges Dayı çok bariz bir isim. Burada tersine çevirmeli, bambaşka bir şeyler olmalı beklentisine giriyorum. Yani neticede beynim postmoderniste takılı kalmış. Bu konuda hep temkinliyim. Hayal kırıklığı yaratacak bir durum. Beklentiye giriyor insan. Yazar bunu mu istiyor bilinmez. Ama okuyucu beklentiye giriyor işte. 

Borges Dayı'dan sonrası bir kendini bulma yolculuğuna dönüyor. Dark dizisindeki Adam aklıma geliyor tam bu esnada. Kahramanın ismi de Adem, bunu sonradan öğreniyoruz. Adem, Borges, yaşlı kadın ki kadın değil Adem onu kadın sanıyor, Zaman Bekçisi aynı olaylar içerisinde aslında aynı kişiler olarak karşımıza çıkıyorlar. Tabi genç olan aynı kişi farklı yaşlarında olduğunu bilmeden kendi geçmişini arıyor. Aramaya çıktığı ilk andan itibaren sonunda ne olacak düşüncesi ile okumaya devam ediyorsunuz. Açıkçası yazarın dili önemsiz kalıyor, sonu merak ediyorsunuz.

Adem gençliği simgeliyor dersek ham olan kendisi. Daha bilge ya da daha yaşlı olan halleri, pişmiş olan hal. Belki bunu yazar ifade ederken ironi yapmıştır ama olayların akışına çok uyuyordu ben de kabul ettim. Kim kimdir, kim hangi zamanda kafanız karışmıyor. Olay tek, kişi tek çünkü. Yani Dark'ı izlerken olduğu gibi olmuyor. Dark'ı izlerken kafama kazıdığım 'zaman döngüseldir, biz düz bir çizgi sanıyoruz'u yazar da aynen gösteriyor. 

Kendini bilmeyen ve isminin Adem olduğunu öğrenen cahil gencin üslubu ve düşünme tarzı, ona yakışır diyorsunuz. Daha basit, daha dalgacı, daha boş bir güven var çünkü. Kitabın başında beni sıkıntıya sokan da buydu zaten. Zamanla pişen ve hatta yanan aynı kişinin zaman zaman düşünme ve konuşmasına şahit oluyorsunuz. İlk başlarda bir olgunluk varken konuşma sonrasında aynı hamlığa dönüveriyor. Bir aşamalılık varsa ve bin zaman yaşamış bir Zaman Bekçisi'yken ham bir Adem düşüncesi ve konuşması bir yerde yakışmıyor. Kitabın tamamında tek bir üslubun ya da akıl yürütmenin olması bütünlüğü zedeliyor.

Kitabın sonunda ise tanrıdan unutmamak isteniyor. Acı da aşk da geri geliyor. Kitap tek bir önerme ya da durum üzerine kurgulanmış gibi görünse de iki durum söz konusu. İlki bir kişinin kendini araması ikincisi aşk acısı. Mesnevilerde aşk acısı önce gelir ve sonrasında kişi kendini bulur. Bu kitapta kişi unutuyor, kendini buluyor ve aşk acısı geri geliyor. Var olan durumları tersten görmek bir kopukluk hissine neden olsa da zihin tamamlıyor.

Kitapta tekrar eden mekanlar, zamanın tekrarı ve aynı zamanda aynı olayların tekrar yaşanması, Borges'e tumturaklı bir selam çakıyor. Güray Süngü bu zaman ve mekan imkanını bir kendini bulma hikayesi ile birleştiriyor. Mesnevilerden de tanıdık gelen bir hikaye. Coğrafyamızda hep anlatılan o hikaye. Farklı zamanlarda aynı durumu yaşayan birden fazla Adem varken tek bir Adem konuşması kitabın en kötü noktası olmuş açıkçası. Böyle girift bir olayın daha farklı bir üsluba ihtiyacı varmış gibi geliyor. Bu eksikliği hissediyorsunuz. Yine de Borges'in öykülerinde zamanın tekrar etmesi, mekanın bir labirent gibi kullanılmasını kaba taslak görmek isteyenler, bu öyküyle giriş yapabilirler.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E