KUĞULU’YA KAR YAĞAR

Bir daha öyle kar yağmadı.
Selda'ya.

Bir cam vardı dükkânda. İşhanının arkasına bakardı. Katlı otoparkı yıkıyorlar, yıkıntılar kar altında kalmış. Otoparkın karartısı ortadan kalkınca düz bir genişlik görünmeye başladı. Kar yağdıkça tatil verilir mi diye bu aralıktan anlamaya çalışırdık. Kapımız ise merdivenlerin solunda, karanlıkta kalırdı. Gelip geçenlerin sesleri vardı. Birkaç adam merdivenlerden aşağı sarkıp sigara içer ve merakla bakardı bu yana. Işıklar yanıp söner, camda bir sürü garip eşya.

Kapımızı ancak bilen birileri açardı.

Su ısıtıcısının kapağı açık kaynayan suyun buharı etrafı ısıtıyor. İkindi olmaya başladığı vakit petekler yanmayı bırakıyor. Elektrikli bir ısıtıcı kendini ısıtıyor.

Kapı şangır şangır açıldı. Müşteri değil.

“Selda bizi Ankara’ya çağırıyor. Yılbaşı için.”

Dükkan var diyoruz. Aklımıza Mustafa geliyor.

“Mustafa iki gün dükkâna bakar.”

Mustafa kalkıp geliyor kırk dakikalık yoldan. Şu paran tostçuda tost yersin. İstediğin zaman aç kapat. Zaten gelen yok. Kar yağınca şehir içine kapanıyor. Yollar boşalıyor. Karlı günler yürüdükçe ısınan ayak uçlarımız. Otobüsler daha yavaş, insanlar daha yavaş.

Bir çırpıda çıkıyoruz yola. Önce Teksas’ın arkasındaki tütüncüye uğruyoruz. Dört paket sarılmış tütün alıyoruz. Hafif içim, sert içim. Beyaz ve sarı filtrelerde.

Tütüncüler fena para kazınıyorlar. Üstelik kolay iş. Pazar adam tatil yapıyor lükse bak. Akşam olmadan kapatıyor dükkânı.

Herkes akşam olmadan kapatıyor.

Orası öyle.

Az trafik, sonrası Ankara yolu. Buzlanmaya dikkat etmek lazım. Arabanın lastikleri eski. Kimse arabayla gittiğimizi bilmiyor. Trenle gideceğiz diyoruz.

Sarılmış sigaralardan içerken beyaz filtreli hafif içim olanın tadı muazzam. Hep bundan alalım. Kimse sarı filtreli sert içimlilere dokunmuyor.

Cihanbeyli’ye varmadan bir kar yağmaya başlıyor. Sileceklerin o hızlı manevraları. Öndekiler sigarayı aynı anda yakıyor benim yakmama izin vermiyorlar. Baca gibi içiyormuşum. Az içine çek. Duman hep dışarıda.

Onlar söndürünce ben yakıyorum. İçerliyorum arka tarafta yalnız sigara içişime. Yolda tutmaya çalışan karlar, toprak sertleşmiş, donmuş, beyazlıkları savuran bir rüzgâr.

Cihanbeyli’de tutturuyor arabada bir şey var, böyle devam edemeyiz diye. Biz ısrar ediyoruz, yok her şey normal. Dinlemiyor. Ver elini Cihanbeyli sanayisi. Adam bakıyor tekere. Gönlümüz olsun diye hava basıyor lastiklere. Bir şeyi yok arabanın sözlerini tamirciden de duyunca yola devam ediyor.

Aynı düzlük, aynı sıra, Kulu’ya kadar devam ediyor. Kulu’yu görünce rahatlıyoruz. Burası Ankara’nın girişi. Sonra Gölbaşı geliyor. Solumuza bakıp dönüşte, tam şurada, sigara içelim diyoruz.

Akşam karanlıkta Selda’nın evinin önündeyiz. Otoparkta onca yer varken kara saplanıyor lastiklerimiz. Selda bir sofra açıyor bize. Sarı üzerine beyaz puantiyeli bir örtüsü var. O örtü hala duruyor evinde.

Bobo’yu başka odaya gönderip sigara içiyoruz, pencereleri açıp havalandırıyoruz. Pencereden uzun uzun Tokiler ve onların ardından görünen baraj.

Hadi diyoruz Selda’yla, Kuğulu’ya gidelim. Gönülleri olmuyor ama Selda ikna ediyor onları. Elimizde bir çaydanlık, sıcak su ve kürek. Saplanmış lastikleri kardan kurtarıyoruz. Çaydanlık da yanımızda bizimle geliyor.

Akşam saat daha ilerlemişken Kuğulu’dayız. Parkın girişinde köpekler var. Bir çay alıyoruz büfeden. Belki bu başka bir Kuğulu anısıdır. Banklarda oturuyoruz. Bir çift var beyaz yakalı. Çocuklarının arkasından koşturuyor. Çocukları nasıl güzel. Bir adam elinde saksafonuyla İzmir Marşı çalıyor. Neşeleniyoruz. Kim bilir bu neşe belki başka bir Kuğulu anısından da aklıma kazınmıştır.

Kuğulu’da elimize ne geçerse onunla kayıyoruz. Yukarı ve aşağı. Kahkaha ne güzel şeysin sen. Kafasını vuruyor. Küt dedi diyor. Hepimiz duyduk küt sesini. Bir şey olmaz diyoruz. Kafa travması geçirmekten korkuyor.

Ben cebimde unuttuğum sarılmış sigaraları astarın yırtığından çıkarıyorum. Sarı filtreliler sağlam beyazlar kırılmış. Tamir edeceğini söylüyorsun. Üzüntün geçiyor.

Selda çok zayıfladı. Soğuğa dayanamıyor. Bir kafeye atıyoruz kendimizi. Pahalı ama sıcak bir çay içiyoruz.

Dönüşte lisenin orada duruyoruz. Bir lise girişi neden öyle yokuş olur? Kayıyoruz yokuştan. Parmak uçlarımız donuyor. Yine de kayıyoruz. Yokuşun aşağısında bir yokuş daha var. Ucu görünmüyor. Hadi diyoruz buradan da kayalım.

İkişerli ikişerli kayıyoruz. Yokuşun aşağısı kapı boşluğu ve merdivenmiş. Kütür kütür çarpıyoruz boşluğa, kapıya ve merdivenlere.

Garip bir neşeyle dönüyoruz eve. Yarın yılbaşı kutlayacağız. Koca bir hindi ve bal kabağı çorbası içeceğiz. Bir şarap şişesi tezgâhta kalacak hiç açılmadan. Dönüşte Gölbaşı’nda sigara içeceğiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E