KÖTÜ GİDEN EKONOMİ VE PAZARTESİ RUTİNİ


 KÖTÜ GİDEN EKONOMİ VE PAZARTESİ RUTİNİ

Malum ekonomi sınırları zorlayacak kadar kötü. Kötü olmasının yanında ciddi manada yapabilecek bir şeyin olmaması da ayrıca zorluyor kişiyi. Bir şekilde insan ayakta kalmaya çalışırken üstten bir bakışla gelen öneriler insanı çileden çıkarıyor. Tek kötü giden de ekomoni değil üstelik. Belki de kötü gidişin son aşaması ekonomik oldu. Benim sözünü etmek istediğim şey maalesef bunlardan pek uzak değil. Beni dara düşüren bunlardan uzak kalamayışımız. Bir şey üretiyorsanız içinde bulunduğunuz her şey elbet sizi etkiliyor. Ama yapmanız gereken şeyleri yapamaz hale getiriyor. Bütün görme işiniz o şeye odaklandığı için sadece o şeyle ilgili olmaya başlıyorsunuz. İlgisiz olan şeyleri de o şeyle ilişkilendirip sağlıklı görmeyi yok ediyorsunuz. Bu da kanımca çıkmazı yeniden üretiyor, yarar sağlamıyor, öfke akışında hedef vurulamıyor. 

Ben bu çıkmazı İstanbul'da metrobüse her bindiğim zaman yaşardım. Metrobüse binmek zorundaydım mesela. Alternatifim yoktu. İnsan onuruna aykırı bu durum karşısında elimden bir şey de gelmezdi. Bazı yolculuklar sonrasında ağlardım. Ve bu benim odak noktam olmuştu. Ürettiğim her işte bu metrobüs vardı. Kalabalık, kargaşa, çaresizlik. Mesela o dönemde blogta hep bu konuyla ilgili yazılar paylaşmak isterdim. Yazıp öfkemi kustuğum yazılar vardır ve yayınlamamışımdır. 

Bu bana metrobüsten başlayarak ülke şartlarını düşünmeyi öğretse de inanılmaz bir yorgunlukta verdi. Alışamamış olmanın yorgunluğu. Bunu uzun yıllar bir yük olarak taşıdım. Şimdi ekonomik sorunlarda da aynısını hissettim. Yaptığım her kolajda ekonomik bir dokundurma yapıyorum. İçinde Türkiye geçen her kelimeyi özel bir parça olarak inceliyorum. Bu kötü gibi durmuyor ama belli bir süre sonra slogana dönüşüyor, bu benim bahanem oluyor.

Bu yazıdaki gaye hatırlatıcılık. Bana bir hatırlatma. Çocukluğumdan beri çok çalışmalısın o zaman bir yere gelebilirsin sözünün keskinliğine, hava da kalışına bir hatırlatma. Yıllar yılı kendimi bir yere gelmek için hırpaladım.Kendi sınırlarımı keşefedemedim ve sürekli ihlal ettim. Oysa biz normal bir çalışmayla da insani bir yaşamı hak ediyormuşuz. İnsanı hırpalayan, yok eden bir çalışma ile gelebileceğimiz yerlerde tutulmuş üstelik. Bir devlet varsa eğer bana bir yaşam sağlamalıymış. Biz sürekli dayanışmak zorunda değilmişiz, biz sürekli bir şeylerden vazgeçmek zorunda değilmişiz. 

Şimdi bütün bu olumsuzluklar içerisinde umut devşirmeyeceğim. Size akıl vermeyeceğim. Sadece var olan gerçeğe sırf ayakta durabilmek için nasıl katlandığımızı anlatacağım.

Biz karı koca geçen yıl İstanbul'dan Konya'ya göç ettik. Bahçeli bir evde yaşamak, daha az çalışmak için. Zira İstanbul'da hafta sonları on iki saatten yirmi dört saat mesai yapıyorduk. Tek bir gün tatilimiz vardı. Küçük bir şehirde daha az çalışıp kendimize daha çok vakit ayırabiliriz dedik. Bir de bahçeli bir evde oturmak İstanbul'da bizim için mümkün değildi. Çünkü iki kişi ne kadar çalışırsak çalışalım bize o maaşlar verilmeyecekti. Burada önemli bir nokta var ki hiç çalışmadan çok güzel semtlerde oturan insanlara saygı duymak benim için uzunca bir zamandır güçleşti. Burada zoruma giden manzaralı bir eve sahip olmamak değil. Mesele birilerinin çalışmaması, ona rağmen çalışan bizlere yargı dağıtması. Bizi umutsuz olmakla suçlaması.

Her şeye sırt çevirip, emek emek inşa ettiğimiz şehir hayatımızı güle oynaya terk ettik. Ben tam zamanlı bir işe girdim. Cemal evde kaldı ve sitesi ile yotube kanalı ile ilgilendi. Tek bir maaş bizim yaşam standartlarımız için uygundu. Geçen yılı ekonomik açıdan inanılmaz rahat atlattık. Bu yıl ise Cemal yarı zamanlı çalışacaktı, siteden glen para ile bir tam maaş ediyordu ve kredi borcumuza da yetiştirebileceğiz sandık. Ben de düzenli olmasa da özel derslerle destek olacaktım. Bu bizim tercihimizdi. Çünkü kimse bize yapmak istediklerimiz için zaman vermeyecekti. Daha düşük standartlarda bir hayatı göze alıp o zamanı yaratmak istedik. Ve bütün plan suya düştü. Ne kadar para kazanırsak kazanalım geçim imkansızlaştı.

Evliliğimizin ilk yıllarında tam bir yıl bir tane dahi olsa kıyafet almamıştık. Bizim sıkışık süreçte ilk kıstığımız şey kıyafet masrafı olur, bu yıl da onu yaptık. Bu bir şeyden vazgeçmek gibi gelmiyor. Alışveriş yapmayacağım diye kendimizi zorlamıyoruz. Sadece o sekmeyi kapatıp yola devam ediyoruz. Bir de zaten ben ikinci el kıyafetler alıyordum beş on liraya düşünün o bile yok çünkü yok yani.

Biz düzenli mutfak alışverişi yapan bir aile değiliz. Bu aşamada bu daha da aksadı. Çokluk kahvaltılık alıp gerisini es geçiyoruz. Kahve, ekmek ve sigara kapatamadığımız sekmelerden. Bu kalemlere asla dokunmuyoruz. Bayat ekmekleri Ahmet amcanın tavuklarına veriyorduk artık bayatlatmadan tüketmeye özen gösteriyoruz. Çok ekmek tüketenler biliyordur ekmek ciddi bir masraf. Bir de kitap, dergi alışverişimiz vardı artık komple pdfe geçtik. Aylık dergi alımım sadece bir adet.  

Bütün bu saydıklarımızın yerine koyacak bir şeyler bulduk ve bulduğumuz her şeyi neredeyse pazartesi günleri hallediyoruz. Annemin bana içine yemek koyup gönderdiği kapları pazar çantama koyuyorum. Arabayla çarşıya inip tütün alıyoruz. Tütüncünün yeri hep değişiyor. Önceden Gedavet'teydi şimdi Beşyol'da. Bunun sebebi ise zam geliyor ve içilecek tütün yerleri de her zamda değişiyor. Sonrasında Kültür Park'a yürüyoruz. Kütüphaneye gidip kitap alıyoruz. Çokluk aradığımız kitaplar olmuyor ama başka başka bir sürü litap buluyoruz. Ardından çay ocağına uğruyoruz. Burada tost yiyoruz, çay içiyoruz. İçi boş olan yeni müze binasına bakıyoruz. Çay ocağı Halk Eğitim binasının altında olunca öğretmenlerin giriş çıkışını gözlüyoruz. Çay ocağından annemlere uğruyoruz. O gün yeğenime annem bakıyorsa on seviyoruz. Onu ayağımda uyutup annemde yemek yiyoruz. 

Annem kapları hep dolduruyor. Ben evde bana koyduğu yemekleri ısıtıyorum ya da o yemeklerden yeni bir yemek yapıyorum. Bazen de asla para verip almayacağım, aklıma gelmeyecek meyvelerden koyuyor çantama. Mesela üç hafta boyunca cennet meyvesi koymuştu. En çok yıknmış marul koyması hoşuma gidiyor. Marul bana hele de yıkanmışsa dolu bir aile sofrasını canlandırıyor.

Alternatif pazartesimizi böyle tamamlıyoruz. Evimiz eski olduğu için soba ve doğalgazı beraber yakıyoruz. Hayatımızdaki en büyük lüks bu. Soba üstünde çay suyu kaynatmak, fırın olarak kullanmak evcilik oynar gibi. Yine de akşamları kitap okurken, çay ya da sigara içerken duraklıyorum. Bu kadarı normal mi diye? Hadi biz karı koca az çalışmayı seçtik ki evde boş da durmuyoruz. Bir idealimiz var ve bütün bunlar o yüzden. Ya ömür boyu çalışan ve sıkıntı çeken herkes? Beynim bu noktada tıkanıyor. 

Bu yazı ah vah etmek için değil. Umut vermek için hiç değil. Sadece omuzuma dayanışma adı altında başka yükler almayacağım. Ben sınırlarımı biliyorum ve zorlamayacağım. Ve memeket romantizmini bıraktım. Bir yolunu bulsam be dakika durmam. Yine burada ya da başka yerde insanca yaşadığımız özgür günleri umuyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E