TAŞRADAKİ EVİN İNŞASI

 TAŞRADAKİ EVİN İNŞASI 


1- AĞAÇ

Eski Yorgancı Mahallesi. Yazın hiçbir evin şekli görünmez ağaçlardan. Evlerin önü ve arkası ağaçlık. Meyve ağaçları dere suyu ile beslenir. Bahçede iki tane elli yıllık çam ağacı, bir tane asırlık pelit, yan bahçede asırlık bir karadut- gövdesi boylu boyuna koyu bir renge bulanmış. 

Evlerin içerisi görünmesin diye perde misali çektikleri bahçe duvarları ve bahçe duvarlarına dizili çam ağaçları. Meram havası yarayan her çam ağacı gibi büyümüş ve serpilmişler. Sık, neşeli, yazları esen rüzgarı hissettiren türden. 

Nihayet sonbahar geliyor. Yapraklar bir anda sanki bir gecede ya da bilinmez bir hastalık anında yere seriliyor. Her yer, bütün mahalle sapsarı renge bulanıyor. Çöp tenekeleri insanların üşenmeden topladıkları sarı yapraklarla doluyor. Doğanın işine bir şekilde yetişiyorlar. Bizim bahçe uzunca bir süre sarı yapraklarla bakıyor gelene gidene. Sonra yine bir anda toprağın rengine bürünüyor. Bir devir daim içinde, insan elinden uzakta, yabani görünüşüyle fakat çokça uysal.

Böyle zamanlarda ekmek almaya diye çıkılıp saatlerce adımlanır yollar. Çam ağacı dikmemiş, duvarları biraz daha kısa tutulmuş evlerin perdeleri inmiştir artık. Yapraksız kalmış ağaçlar kuru dallarının arasından bilmem ne vakit yapılmış mütevazı evleri seyre açar. Bu seyir pek keyiflidir. Hurdaya çıkmış arabaların gizemi, gizli süs havuzları, balkonlardaki geçmiş günlerin anılarını açık eden eşyalar. Küflenmiş demirler, tertemiz perdeler ya da içinde insan olmadığından pencerelere çekilmiş rengarenk kumaşlar.

Böyle bir vakit yattığım yataktan baktığım pencerede yaprağı varken ilgimi çekmeyen bir ağaç gördüm. Yapraksız, cılız, bodur bir ağaç gibi görünüyordu. Onu ilk, gece sokak lambasının sarısında gördüm. İkinci kattan görünen bodur bir ağaç. Uykulu bir anda bunun ihtimali varmış demek. Sabah aydınlıkla birlikte yine aynı bodurluk, aynı kuru dallar. Gökyüzü ardında duruyor. Ayağa kalkınca upuzun bir gövdenin aşağıya doğru iniyor. Gövdede tek bir dal yok göğe yaklaşan kısmı bir anda dallanıp budaklanmış.

Bu görüntü beni her gece ve her sabah cezbediyor. Yapraksız ve bodur, uyanınca yapraksız ama uzun. Uykuya dalmadan önce onun karartısı bir güven veriyor. Sabah iki pencerenin perdelerini de ardına kadar açınca yine o ağaç. Işık altında biraz daha sıradan ama yine o. Bir isim koymadım. Ama ağaç dediğim zaman artık kastettiğim o olmuştur. 

Taşrada bir evin inşası bu ağaçla başladı. Benden evvel var olan ve ben gitsem de var olacak bir ağaç gölgesiyle. 




2-MABEYN

Çocukluğumda okuduğum kitaplarda geçen bir kelime vardı: sofa. Merak eder dururdum bu ne demek diye. Bahsi geçen evlerin hep sofası vardı. Sofa ne demek bilmeyince zihnimdeki ev hep yarım kalırdı. Sofanın anlamını araştırmak aklıma gelmiş olacak ki hol kelimesi ile ilişkilendirmişim. Peki hol ne demek? Yine karşılığı yok. Küçükken okuduğum bu kitaplardaki evler hep eksik.

Yakın zamanda geleneksel mimari ile ilgili bir şey izlerken çizimle anlatılan sofanın aslında mabeyn olduğunu anladım. Mabeyn, sofa, hayat, hol. Hepsi aynı şeyin karşılığı. Evin içindeki tüm odaların genişçe bir odaya açılması. Giriş odası gibi bir şey. Konya'daki her köy evinin yapısı böyledir. Beni sofanın ne olduğunu idrak ettiren rabbime şükürler olsun.

Çocukluğumda genişçe yer etmiştir mabeyn. Yazları serin olan bu yerde otururduk. En ucunda bir camı olurdu ve orası dedemin yeriydi. Yarısı kırık bir cam düğme gibi bir şeyle birbirine tutunurdu. Çay örtüsüne sarılı büyükçe bir çaydanlık. Çay bardağı ve şeker. Sigarası hemen yamacında. Şeker hastalığı ilerledikçe çayın yanından eksilenler oldu tabi. Ama çay  hep oradaydı.

Bir sürü kapı bambaşka odalara açılır. Kapıların önünde birer sıra yastığı durur. Odalara girmek için yastıktan atlarsın. Yastığa sırtını dayamış birisi varsa biraz öne eğilip yol verir. Cilalanmış duvarlar oturanın sırtına geçmesin diye rengarenk muşambalarla örtülür. Raptiye kerpiç duvarlara gömülür. Belki omuz hizasında belki daha aşağıda muşambalar süsler duvarları. 

Şimdi dedemin oturduğu o tek pencereye benzeyen bir mabeyn penceresinin önünde süngerlere oturuyorum. Evimde bir mabeyn var. Ya da çift kanatlı bir sofa. Bu sofada tam yedi kapı bir pencere var. Yedi ayrı dünyaya açılan yedi hikmet kapısını anlatan masallar gibi. 

Tek bir pencere ama aydınlık, tek bir lamba aydınlık, onca kapı ama içerisi hep sıcak. Neden bu kadar geç anladım mabeynin sofa olduğunu bilmiyorum. Oysa tanımı gayet açık. Çocuk aklım asla anlamamış bunu. O güzelim köşklerin bizim köy evlerine benzemesi anlamsız gelmiş olacak. Şimdi bu mimariye ne kadar hürmet ettiğimi bir bilseniz. Yedi kapıyı silmek çok vakit alıyor evet ama atalar boşuna dememiş buraya hayat diye. Mabeyne en yakışan kelime sanırım hayat. Her şeyin ulaşılabildiği ama büyük bir mahremiyeti de sakladığı o oda. Atalar ve mabeyneler çok yaşasın.

3-BEDESTEN ALIŞ VERİŞİ

Cuma derslerim bitince karantina başlamadan çarşıya giden bir dolmuşa atlayıp çarşıya gidiyoruz. Çarşı denen şey Zafer, Alaaddidn, Mevlana, Gedavet çemberinde herhangi bir yer olabilir. Nerede inersek inelim bir durak sonrasına erişmek kolay. 

Yine de bu güzergaha en güzeli Mevlana'dan başlamak. Kentsel dönüşüme girmiş Mevlana Çarşısı'ndan kalan boşluktan Aziziye'nin çehresi. Yıkılmış eski binaların tespiti. Eskiyen cezvenin yerine bir yenisini almak. Bedesten'in içine girmeden hemen başında Has kahve çektirmek. 100 gram hafif 100 gram orta kavrulmuş kahve. Sütlü kahve gelmiş, paketli. Su ile yapabilirsiniz diyor satıcı. Bir tane de ondan alıyoruz.

Üzerlik görüyorum. Soba üstünde nazarı def etmek için yakarız. Bir tane gül amber. Nasıl güzel kokuyor. Eşyalarının arasına koy abla diyor adam. Mis gibi kokması garanti. Ne kadar çok gezersek o kadar fazla şey alırız. Yine de gezmeye devam ediyoruz. Kuru yemişçiden cevizli sucuk lokum alıyoruz. Bir başkasının tezgahında kavurga denilen buğday kavurması. Bir paketi on lira. Onu da alıyoruz. Bir keresinde oynamak için tahta kaşık da almıştık. Kasnak için Saray Çarşısı'na gidin diyorlar. Saray Çarşısı diye bildiğimiz ama Saray Çarşısı olmayan çeyizcilerin hanına giriyoruz. Ortada bir havuz. Kış vakti akmıyor. Havuzun içinde iki bisiklet. Üst katlara çıkıp kiralık dükkanlara bakıyoruz. Kasnak ve etamin almadan Şerafettin Cami'nin oraya gidiyoruz. Eksilen binalar var mı diye gözümüz hep etrafta. 

Yapı Kredi'nin yanındaki ara sokağa girince tütüncü hemen orada. Eski bir asker. Hafif içim Adıyaman ve Marla ince filtre. Bir sonraki gelişte orta içim Adıyaman ve yine Marla ince filtre.

Çıkışta poşetlere göz gezdiriyoruz. 50'lik ucuz maskeyi unutmuşuz. Geri dönmek güç geliyor. Sırtı Şems'e dönük çay ocaklarının önünde amcalar çay içiyor. Yasak olduğundan hepsi ayakta. Masalar açık, sandalye yok. Bir masa da bize açıyor gençten bir çocuk. İki tane çayı ayakta sırtımızı amcalara dönerek içiyoruz. Çay tabakları melaminden. Teyzemin çay tabaklarının aynısı. Eski Sanayi Mektebi'ne bakıyoruz. Nasıl da güzel bir yapı. Bir zamanlar çatısında sinema oynatırlarmış. Bir makalede okumuştum. Şimdi zabıtaların olmuş. Üzülüyorum. Aklıma Marmara'daki Film okulum geliyor. Haydar Paşa'da bir çatı katı. Burası da güzel sanatlara verilse. İmkansızlığını ölçerken çaylar bitiyor. İki çay üç lira. 

Teksas'a doğru yürüyoruz. Yoldan Yeni Yol dolmuşuna biniyoruz. Arka dörtlü hep boş. Pencere tarafından şehri basan karanlığı izliyorum.

4-SAKIZ ÇİÇEKLERİ

Bosna'da otururken üç katlı küçük evimizin merdivenlerinde salça tenekelerine ekili sakızları hatırlarım. Kışın öldü sandığım sakızlar baharla birlikte coşardı. Sakız demek güneş, balkonda yaptığımız kahvaltılar, annemlerin kapı önünde oturması, sebze fidelerinin bahçeye dikilmesi demekti. Güzel bir haberin zincirleme yayılışı. Herkes sakızdan mı alırdı haberi? Sanmam. Benim çocuk aklım belki hepsini katıp karıyor da olabilir. Sonra annem sakızları ve onların toprak saksılarını terk etti. Biz başka bir mahalleye taşındık. Çarşıya pek yakın, sebze fidelerinden ve sakızlardan uzak. Musalla boyunca yürünecek yeni yolları olan bir semt.

Çocukluğumda kaybettiğim müjdeci çiçekler bu evde havuz başında beni karşıladı. Evi tutamazsak bile birkaç dal kırıp ekmek istedim. Geçen baharda Tezer Özlü'nün mezarından da bir dal almıştım ama ekmek nasip olmamıştı. 

Evi tutunca hepsi benim olmuştu sanki. Okula gidip geldikçe havuzdan aldığım suyla suladım hepsini. Toprak saksılı olanların saksılarını da ıslatarak. Teşekkür eden sakızlar vardır bu hayatta. Her sulamada coşkuyla burnunuza kokularını salarlar. 

Kış gelmeden, ayaz çökmeden Şerife teyze hepsini yeniledi. Ondan arta kalan yeni ve eski kökleri garajda bulduğum toprak saksılara ektim. Bahara coşarlar mı bilmem ama toprakları kurudukça suluyorum. Birkaç dal da anneme verdim. Eski bir ev geleneğini unutup hatırladık ikimiz de.



5-KEDİLER

Burada bahsi geçen kediler bizim ev içi kedilerimiz değil. Evin dışında ama bahçenin içinde yaşayan kediler. Her evin bahçesinde o evi benimsemiş artık o evli olan birkaç kedi var. Bizimki iki tane. Mery ve Mery'in annesi ya da Bıyıklı. Ahmet amcanın vefatıyla bize miras kalan iki can. 

Kapının açılmasıyla birlikte nasiplerini bağırarak istiyorlar. Öyle bağırıyorlar ki gelen misafir korkuyor. Kavga edip üstüne atlayacak sanıyorlar. Misafirleri kaçıran, çoğu insanın arsız diyeceği türden. Oysa bana kalsa haklı isyanın miyavlaması bunlar. Bir kap mama karşılığında ev kedilerimize bulaşmıyorlar, evin içine girip gizlice mama kabından yemiyorlar. 

Yaz akşamlarında dışarı çıkmayınca mamalarını vermezseniz mabeynde göz göze geldiğiniz. Sizi gördüğü halde mama kabından yemeye devam eden kediler. Evdekiler fark etmeden onu kovmaya çalışmak nafile. Her gece salonun ortasında bir kapışma, bir bağırış, pençeler. En iyisi haklarını verip onları bahçede tutmak.

6-PENCERELER

Dört yanı pencereli bir ev yapmış Dereli ustalar. Ahmet amca çivi girmez bu duvarlara demişti. Ruhu incinmesin diye bir tek çivi çakmadık eve. Silmeye kalksak bitmeyen pencereler ağlatır insanı. Perdeyi açınca ağaçlar. Yine de perde tutmak gerekmiş. Ahmet amcanın perde ne zaman tutacaksınız demesinden anlamıştık. 

Uyanır uyanmaz kış karanlığında bile güzel bir aydınlık. Pencereden ötüşlerini duyduğum garip kuşlar. Birinin uzunca bir kuyruğu var. Bilgisayar başında ders anlatırken pencereden gördüm. Birisi bülbül belki. Ötüşü çok zarif. Onu taklit edince cevap veriyor.

Güneş ışığı her yerden giriyor. Tuvaletin ve banyonun ışığını yakmaya gerek yok. Ev nasıl diye soranlara böyle cevap veriyorum. Tuvaletin penceresi var ve kuş sesleri geliyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E