Kayıtlar

sinema etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kadınların Yükselişi: Teodora'dan Hürrem'e

Resim
The Ascent Of Woman yani Kadınların Yükselişi belgeselini Netflix'te görüp izlemeye başladım. Dört bölümden oluşuyor ve uygarlık tarihimiz boyunca farklı coğrafyalardaki kadınların yaşamları, mücadeleleri, yok sayılmaları işleniyor. İlk bölümün ismi "Medeniyet". Tarihçi Amanda Foreman'ı ekranda görüyoruz. Uçsuz bucaksız bir bozkırda bir araba ilerliyor. Yol kenarlarında Torku'nun ektiği ağaçlara benzeyen ağaçlar var. Aman Allah'ım ne kadar da Konya'ya benziyor derken burasının Konya olduğunu anlıyorum. İlk yer Çatalhöyük. Medeniyetin başladığı yerlerden birisi. Amanda anlatıyor, soruyor ve cevaplar alıyor. Burada yaşayan kadınların ellerine Ana Tanrıça'nın fotoğrafı veriliyor. Kadınlar bir şeyler söylüyorlar. Yöre halkını bilmekten kaynaklı galiba inandırıcı gelmiyor kadınların sözleri ama onun dışında bir sıkıntı da göremiyorum. Diğer bölümlerin ismi ise Ayrılma, Güç ve Devrim. Amanda, Güç bölümünde yine Türkiye'ye geliyor. Bu sefer mekan

Dicle'nin Sesi'nden Bahoz'a: Kürt Kültürü ile Tanışma

Resim
Dicle'nin Sürgünleri'nden Bahoz'a: Kürt Kültürü ile Tanışma  Sadece çevre köylerden evlenerek çoğalan bir sülaleden geliyorum. Sünni'yim ve Türk'üm. Farklı mezhepten, farklı milletlerden kimseyi tanımadan büyüdüm. Çocukluğumda farklı bir telaffuzum olduğu için "Koca Kürt" dediklerini hatırlıyorum. Öylesine Kürtlerden habersizdim ki saçım küt kesim olduğu için Kürt'ü küt olarak düşünürdüm. Liseye gelinceye kadar Kürt bakkal dışında bir Kürt tanımadım. Alevilerin adını ise babamın askerlik anılarında duymuştum. Lise yıllarında nereden elime geçtiğini bilmediği bir kitapta "Kürt isminin karda çıkan kart kurt sesinden geldiği"ni okudum. "Aa demek öyleymiş!" bile demeden, üzerinde düşünmeden mevzuyu kapattığımı hatırlıyorum. Ailem muhafazakardı. Onlar için ırklar önem arz etmezdi, önemli olan dindi. Sanırım bundan dolayı ben de her seferinde es geçiyordum bu konuyu. Lisenin sonuna doğru karakol baskınlarında çok sayıda şehit

Ahlat Ağacı: Toplanın Hadi Taşralılar! Sorgu başlıyor!

Resim
Ahlat Ağacı'ndan çıktığımızda gecenin ikisiydi. Filmi günlerdir merak etmeme rağmen, biletin birini bedavaya getirmek için "Babalar Günü" kampanyasını beklemiştik. Eve de gece yarısı yürüyerek döndük. Bilet parası ya da taksi parası olmadığından değildi bu, taşranın bana öğrettiği bir alışkanlıktı. Dünden beri düşündürüp duruyor bu film beni. Çünkü biliyorum, kimse benim izlediğim gibi izlemedi, kimse benim anladığım gibi anlamadı bu filmi. Belki filmin yönetmeni bile böyle anlatmadı. Filmdeki babayı, filmdeki kasabayı, filmdeki asi genci görür görmez tanıdım. Köylüydüm, atanamayan öğretmendim, taşranın feriştahında yaşadım, kurtulmaya kaçmaya uğraştım. Tamam belki bunlar çoğumuzun ortak özellikleri idi fakat baba karakteri de benim için çok yakındı. Ve biliyorum, bu filmi o yıllarımda izlesem, Sinan'ı sonuna kadar haklı bulur; babasına, annesine küfreder, insanlardan nefret ederdim. Ve biliyorum, bu filmi o gençliğimde izlesem, vay be ne güzel anlatmış ada

Bir Film Yaptık Adı: "Dastar"

Resim
 "Dastar" Bir film yaptık ismi: Dastar. Dastar, örtü demek. Babam da çalık derdi. Başa çalınan anlamına geliyor. Hepsi aynı şeyi karşılıyor, başı kapatan örtü. Ama İslam coğrafyalarında örtü bu kadar basit bir dil tahlilinden çok ötede. Bundan pek uzak değiliz hiçbirimiz. En sekülerimizin bile fikri vardır bu konuda. Size uzun uzadıya başörtüsünü anlatmayacağım. Herkes neye inanıyorsa odur, o kadardır. Daha fazlası için insanların anlamaya istekli olması gerekir. Belki ben o isteklilere seslenmek istiyorum. Ve söz verdiğim kadınlara. Daha fazlası yok, daha fazlası sanırım zor. Bilen biliyor, ben örtümü yakın zamanda çıkardım. Çevremde de örtüsünü çıkaran çok kadın var. Hepsi bir aşamasında bana hikayelerini anlattılar. Acılarını söyleyip galiba karşılığında biraz tecrübe istediler. Biz garip bir kız kardeşlik bağı kurduk. Çoğaldık. Öylesine ortaktı ki yaşadıklarımız, kayıtsız kalmayı ayıp saydım hep. Ben kişisel olarak onların hikayelerini dinledim. Ke

YAPACAK ÇOK FİLMİMİZ VAR!

Resim
YAPACAK ÇOK FİLMİMİZ VAR!  16. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali Bu yıl on altıncısı düzenenlenen Filmmor'dan, yönetmenlerle yaptığımız söyleşilerden ve kısa film atölyesinden bahsedeceğim bir miktar.  8 Mart heyecanı etrafımızı sarmışken Filmor'un kısa film atölyesine de başvurmuştuk. Ve seçilen on iki kadın arasında biz de vardık. Bu sevindiriciydi çünkü çekilecek üç ya da dört film, bizim filmimiz olacaktı. İki ayrı yönetmenden ders alacaktık ve beraber çalışma fırsatımız olacaktı. 12 Mart pazartesi günü ilk toplantımızı yapacaktık. Onun öncesinde ise Fiona Tan'ın Ascent (Yükseliş) filmi vardı. Filme girdik. İzninizle birazcık bu filmi öveceğim. Film sadece fotoğraflardan oluşuyordu. Bu fotoğraflar ise Japonya'da bulunan Fuji Dağı'na aitti. Filmin iki anlatıcısı vardı. Anlatıcılardan kadın olan İngilizce erkek olan ise Japonca konuşuyordu. Ve anlatıcıların sustuğu yerde dağın sesi başlıyordu. Bir dağın sesi nasıl olur? Bu fil

BAŞLIYORUZ! AMA NEREDEN: İSYAN-I NİSVAN

Resim
BAŞLIYORUZ! AMA NEREDEN: İSYAN-I NİSVAN Konya'da yaşıyorken 8 Mart yaklaştığı vakit içimizi bir üzüntü alırdı. Düzenlenen etkinliklere içimiz gider, uzaktan bakmanın çaresizliğini yaşardık. Büyük şehirde ya da daha politik bir şehirde yaşayanlar bunu pek anlamayacaklardır ama inanın öyle. En yakın kent Ankara olunca planlarımızı Ankara'ya uydurmaya çalışırdık bir türlü olmazdı. Belki olsun istemezdik. Öyle ya dışlanmışlık hissine sarılmak da bir yerde bizim edebiyatımızı beslerdi. Bu etkinliklerden en yüreğimizi acıtan da Film Mor'un festivaline katılamamaktı. Bir yıl evvel Meltem'le (Kendisi yakın arkadaşım olur) hadi bari Adana'ya gidelim oradaki gösterimlere katılalım diye hayal kurmuştuk. Hayal olarak kaldı tabi ki. Şimdi o hayalin üstünden tam bir yıl geçmek üzere. Biz Meltem'le yine beraber hayalini kurduğumuz okulları okuyoruz. Madem öyle 8 Mart'ı kutsayalım dedik. Kadıköy Potlaç Atölye'de düzenlenecek İsyan-ı Nisvan belgesel göster

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Resim
Bir miktar zaman önce çocuğunu seven ama ebeveyn olmayı sevmeyen insanlar hakkında bir yazı okumuştum. Öyle ya insan çocuğunu sevebilir ama anne baba olma durumunu sevmeyebilirdi. Bu aşağı yukarı her toplumda bir linç konusudur. Sevgisiz filmini ilk gördüğüm an sanki bu mihvalde bir filmmiş gibi hissettim. Nihayet birisi ebeveyn olma durumunu sevmeyen, pişmanlık duyan birilerini çekti diye, düşündüm. Fragman ya da konu özeti böyle değildi ama ben ısrarcıydım, bir şekilde muhakkak böyle olmalıydı... Ve baştan söyleyeyim, bu bir beğenmeme yazısıdır. Sonra darılmaca gücenmece olmasın. Andrey Zvyagintsey'in beşinci uzun metraj filmi "Loveless (Sevgisiz)", izleyiciye bir mesaj verme kaygısı ile çekilmiş, eleştirel filmlerden birisi. Yönetmen hakkında biraz araştırma yapan herkes, eleştirel bakışın Zvyagintsey'in temel niteliklerinden biri olduğunu da görebiliyor zaten. Filmi izlemeden önce yaptığımız tüm ön okumalarda da filme dair övgü dolu bir sürü güzel laf işit

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E