Kayıtlar

günce etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İki Hastalıklı Toplumun Birleşimi

İki Hastalıklı Toplumun Birleşimi Suriye'de patlak veren savaş, Türkiye'nin yanlış dış politikaları, batılı ülkelerin güç gösterileri sonucunda Suriyeliler diye yeni bir durumla karşı karşıyayız. Her konuşmada, kötü giden her durumda suçlayacak bir günah keçisi bu Suriyeliler. Zaman içerisinde gördük ki sorun Suriyeliler değildi, Suriyelilerin alınmasının plan ve programdan yoksun yapılmasıydı. Evet bunca insana kapı açılması lazımdı fakat bu şekilde olmamalıydı.Yıllarca savaş ve kahramanlık hikayeleriyle büyümüş insanlarla "savaştan kaçanlar" olarak nitelendirilen insanların karşılaşmasının zaten çok iyi şeyler getirmeyeceği de kestirilebilir bir şey. Üstüne bir de ekonomik kriz eklenince olaylar zulüm şeklini aldı. Bundan dolayı halk ikiye ayrıldı adeta, bir taraf her şeyde Suriyelileri suçlarken diğer taraf ise her ne olursa olsun Suriyelileri koruyor. İki tarafta gerçeklikten uzakta bütün olanlara politik bir çizgiden yaklaşıyor.  Kıraç otobüsünü Tü

Edebiyat Dünyamız ve Orhan Veli

Resim
Edebiyat Dünyamız ve Orhan Veli İlk gençlik yıllarımda İkinci Yeni şairleri ile tanışınca diğer bütün şairleri hor görme, beğenmeme evresi yaşamıştım. Tam olarak ergenlikvari bir hayranlık da değildi ama yine de pek de aklı başında düşünceler olduğu da söylenmezdi. Son sene Cumhuriyet Şiiri'ni ders olarak almaya başlayınca biraz daha işin rengi değişti. Garipçiler, Toplumcu Gerçekçiler, Milliyetçiler işin içine girdi. Hepsinin şiir anlayışlarını, şiirlerini teker teker incelemeye başladık. Garipçilere sıra gelince hoca uzun uzun Orhan Veli'den bahsetti. Şiirleri çoğu zaman basit gibi görünen, biraz sevk ve sefa içeren bir Orhan Veli'den farklı bir Orhan Veli'yi o zamanlarda gördüm ilk. Derste Böcekler, Anlatamıyorum ve Kitabe-i Seng-i Mezar şiirlerini inceledik. Orhan Veli'nin poetikasından bahsettik. Hoca Anlatamıyorum şiirini okurken biraz duygulanmıştı. Ben bu şiirden ziyade Kitabe-i Seng-i Mezar'a takılıp kalmıştım. O günden sonra sokakta gördü

Ben Bu İşlerin Kadını Değilim: Evlilik

Resim
Ben Bu İşlerin Kadını Değilim: Evlilik Sex And The City'nin 4. sezonunda Aidan kendisi ile evlenmek istemeyen Carrie'ye "Aptal bir kağıt parçası imzalasan ne olur?" deyince Carrie "Madem aptal bir kağıt parçası, imzalamasak ne olur?" diye sorar. Evlilik aptal bir kağıt parçasıysa neden imzalamaktan korkarız? Ya da çok önemliyse bunu önemli kılan nedir? Yirmili yaşların başından itibaren evlilik rüzgarı önce biz kadınların kafasını sonra da erkeklerinkini karıştırır. Geleneksel ailelerde bir yaş sınırı vardır ve o yaş sınırına yaklaştıkça evlilik alarm vereye başlar. Alarm çalınca paniğe kapılmamak mümkün değil elbet. Bu panikle evlenmek ise boşanma olsun olmasın sonucu hüsran olur, sanırım bunu hepimiz tahmin edebiliyoruz. Tanımadığım, ilişkisini bilmediğim insanlar "Evlilik nasıl?" diye sorduklarında "Evlenmek için evlenme. Evlilik öyle bir şey değil."  diyorken yanımda yöremde ilişkisine ve en önemlisi kendisine g

Büyükada: Hac Yolu

Resim
Büyükada'yı ilk görüşüm Cemal'le oldu. Nişanlıyken İstanbul'a gelmiş hazır gelmişken de Büyükada'ya gidelim demiştik. Kadıköy'de vapura binmeden bir sigara yakalım, azıcık da burada duralım derken vapur kaçmıştı. Sonraki vapuru bekleyip onunla adaya gidince vakit biraz ilerlemişti. Bir yere yeterince vakit ayıramayacağını hissetmek telaşı sardı bizi. O telaşı üzerimizden atar atmaz dolaşmaya başladık adanın sokaklarında. Sahil şeridini terk edip ada sokaklarına dalınca gördüklerimiz artık günü birlik gelen turistlerin gördüklerinden başka şeyler olmaya başladı. Evler, posta kutuları, adalı kediler, adalı insanlar, kiliseler, at boku kokusu, pembe ada çiçekleri. Bir sokaktan çıkıp başka bir sokağa girerken acıktık. Fırından ekmek, bakkaldan peynir aldık. Bir yokuşun en tepesinde, sessiz merdivenlerde yedik yemeği. Bakkal bana Çemberimde Gül Oya'yı hatırlattı. Dedim "Yurdanur'un hatrına Aya Yorgi'ye çıkalım Cemal." Vapur saatini hesaplad

Başka Kimsenin İstemediği Şeyler

Patti Smith, Çoluk Çocuk'ta 69 yılında bir yaz ayından bahsederken "on yılın son yazı " diyordu. O an öğrenci gelişim raporuna aralık 2018 tarihini atıyordum. "On yılın son senesine giriyoruz." diye düşündüm. Koskoca bir on yıl şöyle böyle geçmişti. Bunu fark edince son on yılı düşünmeye cesaret edemedim ilk baş. Çünkü on yıl içinde o kadar çok şeyi yarıda bırakıp o kadar az şeyi nihayete erdirmiştim ki korktum haliyle. Bu on yıl 2010 yılıyla başladı. Bu tarih üniversiteye başladığım tarihtir. Ve sanırım on yıl içerisinde tamamlayabildiğim nadir şeylerden birisidir mezun olmak. Sonra iki üniversite ve bir yüksek lisansı yarıda bıraktım. Bir diploma ve üç terk edilmiş okulu düşününce ilk başlarda elim ayağıma dolaşıyordu. Başlayıp emek verdiğin şeyleri silip atıyorsun neticede. Yirmili yaşlarında herkes bir yol tutturup orada uzmanlaşırken ben ha bire bir yoldan diğerine geçiyordum. Üstelik seçtiğim bir yol diğerine hiç uymuyordu. İma edilenler ve hissetti

Şaşıfelek, Rampalı, Teksas, Gedavet, Ankara Yolu ve Little Lucy

Resim
Şaşıfelek'te Çay İçmiş Herkese...  Okul bitmişti. Öğretmenlik yapmak istemiyorum. Hayalim başka başkayken bitirdiğim bölümde yüksek lisansa başlamıştım. Belki bitirir, belki başka kapılar açılır diye umuyordum. Ders dönemi bittikten sonra buranın yeni bir kapı açamayacağını anladım. Danışman hocam atanmamı öğütlüyordu, babam atanmamı öğütlüyordu. Doktora için dil gerekiyordu ve bu başlı başına bir sorundu. Atanıp dil kursuna gitmem ve dili geçince doktoraya başlamam doktora bittikten sonra ise üniversitede kadro açılmasını beklemem gerekiyordu. Bunu yapmam içinse benim beş yıl uğraşmam lazımdı. İşte tam bu yıllarda öğrendim ki bu ülkede ailenizin parası ve statüsü yoksa ancak yüksek lisansa kadar ilerlersiniz. Ondan sonrası lükstür. Atanmanız gerekir. Para kazanmak zorundasınızdır. Bütün bu zorundalıkları görüp içimden küfürler ediyordum. Odamda elektrikli soba yanarken bir yanıma çayımı koyuyordum bir yanıma sigaramı. Sonra her akşam bunu yaparken Şaşıfelek Çıkmazı'nı i

Biliyorum, Yaşlanıyoruz

Öyle çok şey öyle kolay değişmiş ve öyle alışmışım ki düşününce şaşırıp kalıyorum. Evleneli bir yılı geçmiş, Kuman hasta olmuş iyileşmiş, Afrika doğurmuş yavruları büyümüş, okulu bırakmışım, öğretmenliğe başlamışım, iş yerinden ilk iznimi alıp sağdıcımın sağdıçlığını yapmaya düğüne gitmişim. Öylece hepsi oluvermiş. Sanki asla olmaz dediklerimiz bir anda olmuş, biz hepsini şenlik ederek karşılamışız.  Şimdi bir şeyleri anlatmaya nereden başlasam eksik kalacak. Bir şeyleri anlatmak da biraz garip bir şey. Bizi dürten bir duygu sanki sabretsek geçip gidecek. Geçip gidince hiç olmamış gibi hissetmekten korkuyorum. Korku ve biraz yaşlanmak bir de havalar kasvetli. Bunlar üst üste eklenince insan kişisel müzesini kurmak, her şeyi istiflemek istiyor. Buna sabretmeyeceğim, karşı koymayacağım: Sabahattin Ali'nin öykülerinde yer etmiş Çumra'da olacak bir düğün için çıktım yola. Trenle önce Ankara'ya gittim. Tren erken saatte. Ev tren garına uzak. Bundan ötürü uykusuzum. A

NİŞANLILARIN YANINDA GÖNDERİLEN ÇOCUKLARIN SONUNCUSU

Resim
NİŞANLILARIN YANINDA GÖNDERİLEN ÇOCUKLARIN SONUNCUSU 2006 yazında liseye yeni başlayacaktım. O yaz bir kuzenim de nişanlanmıştı. Kuzenim benden dört ya da beş yaş büyük olsa da aramızda büyük bir kuşak farklılığı vardı. Onun döneminde zorunlu öğretim sekiz yıla çıkarılmıştı ve çeşitli gerekçelerle okula göndermemişti ailesi. Pantolon giymek istediğinde ise büyük bir tepkiyle karşılaşmıştı. Beşinci sınıftan sonra "Artık Büyüdün." deyip daha çocuk yaşta bir kadın gibi davranması istenmiş, çeşitli sorumluluklar yüklemişlerdi. On dokuzuna girmeden de gelen en uygun adayla nişanlamışlardı. Ben ise ondan sadece biraz daha geç doğduğum için şanslıydım. Ona göre daha özgürdüm. Pantolon giymek benim için sıradandı, üniversite okuyacağım belliydi. Ona çok erken yüklenen sorumluluktan mıdır nedir o gözümde hep bir ablaydı. Onu hep büyük birisi gibi görürdüm. Hatta yıllar sonra aramızdaki yaş farkının bu kadar az olduğunu fark edince çok şaşırmıştım. Kuzenimin annesi

Sessizlik Savaştan Daha Uzun Sürüyor

Bu sabah yine geç kaldım. Çocukları çok seviyorum ama işe yetişme saati beni öldürüyor. Haftada üç gün o cami camekanında Türkçe öğretmek ruhumu temizliyor, bir de yetişme telaşı olmasa... Biliyorum ders on ikide başlasa da aynısı olacak. Birisi benim saat ayarlarımı kaydırmış ve ben onu düzeltmek için kendimi eksik hissediyorum. Annemden öğle yemeğimi alıyorum. Babam beni camiye kadar bırakacak. Babam bırakıyor olmasa bu işi asla yapamazdım. Geçen gün dolmuşla tek başıma gitmeye kalktım da yolu kaybettim. Zaten geç kalmalarda birinci olan ben iyiden iyiye geç kalıvermiştim o gün. Wala hocaya o gün, en azından iyi bir bahanem olmuştu: yolu kaybetmek gibi. Evden Sancak'a giden sanayi yoluna girdiğimizde rahatlıyorum. Bu bana camiye az kaldığımızı gösteriyor. Giden tarafta sadece bizim araba var. Geliş yolunda ise arabalar kuyruk olmuş. Bu beni mutlu ediyor. Radyoyu açıyorum. Üç kanalda gezip şarkısını beğendiğim kanalda duruyorum. Yol çok uzun değil, dinleyebileceğim şarkı say

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELYUBOV (SEVGİSİZ) FİLMİ YA DA KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE

Feminist Filmler Listesi, Feminist Film Listesi ya da Kişisel Kadın Filmleri Listem

Ahmet Amca

DANTE'NİN CEHENNEMİ ve THE GOOD PLACE

Yeşilin Kızı Anne ya da artık Anne White An E